27 Eyl 2010

Et fiyatları

Türkiye'de et fiyatları "inanılmaz" rakamlara yükseldi. Neden? Birçok sebep sayılabilir. Belki en büyük sebeplerinden biri bu sorunu çözecek insanların et kaçakçılığından kamyon dolusu para götürmesidir, bilemem.
Ben basit hesap yaparım: Kosova'da taze et (ve en güzelinden) 4,5 Euro/kg. Ben 1.500 kişilik et alınca iyi indirim alabiliyorum. Türkiye binlerce ton alınca diyelim 3.8 Euro'ya indi. 3,8 Euro eder 7,5 TL. 7,5 TL'lik et Türkiye'de nasıl oluyor da 25 TL'ye çıkıyor? Devlet istese bu fiyatı aşağı çekemez mi? "Yetkililer" hangi yüzle hala ortalıkta dolaşıp "halk için çalışıyoruz" diyorlar?

Başka bir örnek: Arnavutluk'a Brezilya'dan gelen orta kalite eti 3,7 Euro/kg'ye alabiliyorsunuz. Gene binlerce ton alırsanız bu fiyat nereye iner bilmem.

İnsanları "temiz değil", "nasıl kesildiği belli değil", "aa haramdır" diye kandırıyorlar. Sen binlerce ton ısmarla, adam onu takla atarak bile keser. Halk saf ama ben değilim, siz de olmayın.

Tarım öldü, hayvancılık bitti, KİTler (pardon, en karlı KİTler) ve bankalar yabancılara satıldı, daha suçunu bilmeyen gazeteciler hapiste, her muhalif yazar işten attırılıyor veya "darbeci" ilan ediliyor, "söz milletin" diyen başbakan aynı millete "ananı da al git" diyor, PKK ile savaşan askerler yargılanırken sınırdan giren ve "pişman değilim" diyen PKKlılar omuzlarda taşınıyor (beklemedikleri derecede sert tepki gelince geri adım attılar) ama "One minute" ile herşey unutuluyor...

Anayasa'dan sonra yeni bomba "Kentsel Dönüşüm". Bunu iyi takip edin, altından çok ilginç şeyler çıkacak.

THY-TAV-Ucak vs...

"Gereksiz fotoğrafları silme" seanslarından birinde aşağıdakini buldum. 1 Ağustos'ta annemin ameliyatına giderken Atatük Havalimanı iç hatlar terminalinde çekmiştim. Akşam 9 civarıydı.

Uçuşların tamamı gecikmeli (sonradan Antalya uçağı da biraz ertelendi). O akşam olağanüstü bir kalabalık yoktu, volkan falan patlamamıştı, apronda deve de kesmiyorlardı... Bu aralar böyle gecikmeleri ben çok görüyorum. Yalnız iç hatlara özgü değil. Belki hepsi bana denk geliyordur, bilemem.


25 Eyl 2010

Aleyhte yazmak mı? Sakın haaaa...

Hanefi Avcı, Bekir Coşkun, Emin Çölaşan, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, İlhan Selçuk, Türkan Saylan aklıma ilk gelenler. Daha niceleri var elbet.

Sen ne hakla iktidar aleyhinde yazarsın-konuşursun? Hatta yukarıdaki utanmazların bazıları hergün aleyhte yazıyor(du), peh peh. Halbuki bazıları ne güzel "demokratik demokratik" yazarak villalar, konaklar (boğazda) alıyor, Amerikalar'da geziyor, TRT'den ayda 1-2 programa katılarak yılda bilmemkaç yüzbin Euro alabiliyor. Sen "karşıt" yazarsan ya alaşağı edilirsin, ya kovulursun, ya iftira yersin, ya hapse girersin, ya da bunların hepsi aynı anda olur. Hiçbiriniz Fehmi Koru, Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan kadar demokratik olamazsınız!

Hapiste bu kadar gazeteci varken Başbakanımız bugün gazetecilerle toplanıyor, ama orada bile bir ayrımcılık var. İnternet gazetelerinden yalnız 3'ü çağrılmış (tahmin edin hangileri), bu yüzden bu toplantı internet gazeteleri tarafından boykot edilmiş. Şimdi boykot eden bazı siteleri yasaklamayalım da ne yapalım? İnsan "millet"in seçtiği Başbakan'ı nasıl boykot eder? "Adam ol lan", "ananı da al git!" denmeyi hakediyorsun işte...

Bakın buguünkü medya toplantısında söylediklerinden bir-iki tümce: "Medya 4. kuvvettir, öyle denir. Medya yasama-yürütme-yargının yerini aldığında sağlıklı bir demokratik süreç olmayacaktır. Kendini muhalefet partilerinin yerine koyan bir medya yapısı demokratik standartlarının yükselmesine katkı sağlamayacaktır."
Zaten 1 yıla kalmaz bahsettiği 3 kuvvet de kendisine geçecek. Medyanın yarısı zaten "yandaş", kalan yarısını da "muhalefet etmeyin", "yazarlarınıza sahip olun" diye "uyarıyor", peki neden şikayet ediyor?

Ama Başbakanımız haklı. Bir kere "One minute" meşruiyeti hala üzerinde. Şimdi en çok kar eden, en değerli KİTleri yabancılara satsa bile (yoksa sattı ve satıyor muydu?), kendini denetleyebilen bütün mahkemeleri ele geçirse de, gazete sahiplerini alenen tehdit etse de,  bu "millet" gene onu seçer. Peki neden? "One minute" de ondan. Bu "meşruiyet" konusunda Amin Maalouf'un "Çivisi Çıkmış Dünya" kitabında Mısır Devlet Başkanı ile ilgili yazdıklarını okumanızı tavsiye ederim.

Abdullah Gül Amerika'da akademisyenlere "Türkiye'de internet sansürü yok" demiş. Burayı okuyun.

11 Eyl 2010

Kayseri - Fenerbahçe

Şimdi TRT'de Fenerbahçe -  Kayserispor maçının geniş özetini seyrettim (11 Eylül 2010). Hani TRT yoluyla "yandaş"lara tomarla para dağıtılan TRT var ya, işte o TRT.  Hakan Şükür'e 1 yıllığına 1 milyon Euro verildiği söyleniyor, artık bu parayı "yorumcu olarak" ne kadar hakettiğine siz karar verin.

Neyse, maça gelecek olursak: Fenerbahçe kendi sahasında olmanın verdiği avantaj ile maç boyunca baskılı oynadı. Üstüste gol pozisyonları bulan Fenerbahçe, Kayserispor'un kalecisini geçemedi. Özellikle ikinci yarıda Kayserispor kendi sahasından çıkamadı, sadece 1-2 cılız kontra atakla gol aradı. Maçın sonlarına doğru Fenerbahçeli oyuncular adeta şov yapıp top dolaştırdılar, bu yüzden Kayserispor'lu futbocular sinirlenip oyunu sertleştirdiler. Maç boyunca Kayserispor'un 10 numarası oyunda görülmedi. Zaten önceki maçlarda da böyle oynuyordu ama 4-5 maçta bir attığı-attırdığı goller ile adeta göz boyuyordu (Kayserispor'un eski oyuncusu Tuncay da böyleydi de, Allah'tan satıp kurtuldular); artık bu ayyuka çıktı. Bu adamı artık atarlar mı satarlar mı bilmem...

Kayserispor'un yeni transferi stoper sakatlanınca (deplasmana stoper getirilmediği için) gece körü ve "hafif kayık gözlü" orta saha oyuncusundan stoper yaptılar. Doğal olarak adamcağız nerede duracağını ve nereye-ne zaman müdahale edeceğini bilemediğinden (özellikle ilk gole dikkat) Kayserispor ardarda iki gol yedi.

...................

N'oldu, inanmadınız mı? Yukarıda Fenerbahçe yerine Kayserispor, Kayserispor yerine Fenerbahçe koyarsanız herşey yerine oturuyor.

Ve evet, ben iki senedir iddia ediyorum ki Alex artık Fener için bir ağırlık. Aynen Tuncay gibi 4-5 maçta bir ortaya çıkıp kurtarıcı oluyor, ama dikkat ederseniz diğer maçlarda sahada bile yok.

Fener geçen sene Alex+Guiza+Deivid+Kazım Kazım gibi "yıldız" görünen ama pulları dökülmüş standart (hatta daha kötü) oyunculara dayandı. Bu sene yarısını kadro dışı bıraktılar. Kazım Kazım'a bir şans verdi, herifçioğlu yüzünden Fener kupadan elendi. Artık Alex kaldı, inşallah onu da yakında "antrenör yardımcısı" gibi bir görevle "onurlandırırlar".

1 Eyl 2010

Tokina 11-16'nın optik kusurları üzerine kısa kısa...

TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com

...
...
Girizgah

Fotokritik'te bir başlık altında Tokina 11-16 hakkında söylenenler kafamda soru işaretleri doğurdu. Bu kadar süredir kullandığım lensi daha tanıyamamış mıyım? Yoksa söylenenler yalnız test sonucu olup pratikte geçerli değil mi? Örneğin belki bu lens ile gerçekten de iç yansımalardan (flare) fotoğraf çekilemiyordur, veya kenarlardaki ışık saçılmaları fotoğrafı rezil ediyordur.

Haydin görek.

İç yansımalar

Önce iç yansımalar. 50D + 11-16 11mm'de yaklaşık Canon 17-40 5DMarkII üzerinde 17mm'ye denk geliyor. Hatırlatayım, 17-40 özellikle 5DMarkII üzerinde (özellikle köşelerde) en başarılı lens değil.



Sağdakiler Canon 17-40, soldakiler Tokina 11-16 ile çekildi. Tokina üzerinde bir-iki leke var. Güneşe doğru fotoğraf çekildiğinde iki lens de kontrast kaybı yaşıyor. Bu etki Tokina'da biraz daha belirgin. İç yansıma iki lenste de var ve oluşan etki ikisinde de farklı. Kişisel seçimdir ama, eğer iç yansımalardan dolayı 11-16 ile fotoğraf çekilemezse Canon 17-40 f4L için de aynı şeyi söyleyebilirim. En azından bazı lenslerde oluşan "güneş fotoğrafın her yerinde" etkisi yok. Keşke elimde başka bir ultra-geniş açı olsaydı da deneseydim.

Işık saçılmaları

Işık saçılmasından bu linkte "Kisaltmalar ve Ozellikler" başlığı altında çok kısa bahsetmiştim. "Genelde" ultra-geniş açılı lenslerin büyük sorunlarından. Yüksek kontrastlı kenar geçişlerinde oluşuyor (Tamron 70-300 Di LD ile yüksek kontrasta da gerek yok, ben Pentax k10D ile her fotoğrafta morluk elde edebiliyordum).

İlk örnekte evin içinden dışarıyı çektim. Dışarısı parlak olunca evin duvarlarıyla yüksek kontrast (karşıtlık) oluşuyor. Photozone'un yaptığı testlerde en kötü CA f8 değerinde oluştuğu için aşağıdaki fotoğrafı f8'de çektim:

50D, Tokina 11-16, f8, 1/125, ISO100



Soldakini RAW'dan direkt JPEG'e çevirdim. Sağdakini ACR'de "Chromatic Aberration" ayarıyla 3 saniyede düzelttim. Yeni Nikonlar JPEG fotoğraflarda bunu makine içinde de düzeltiyor. Kaldı ki A4 boyutunda baskı aldığımda bu morluklar belli olmuyor. Daha büyük baskı alacaksanız ne olacak? Zaten adam gibi baskı almak için adam gibi bir program kullanacaksınız ve bu program CA'yı şipşak düzeltecek.

İkinci örnek olabilecek en kötü senaryolardan biri. Bir köprünün altında durup güneşin yarısını en köşede görecek şekilde çekim yaptım:

En kenarda güneşin yarısı.


Üstteki yarıda görüleceği gibi köprü kirişinin altında mavi-mor bir çizgi var. Alttaki yarıda gene ACR ile düzeltilmiş hali var. 11-16'nın bir avantajı var: CA, aynen bombelik gibi (sayfada "Lens Correction" aratın), çok düzenli, bu yüzden düzeltmesi çok kolay. Bazı lenslerdeki saçaklanmayı ACR ile düzeltemiyorum (hatta ismi lazım değil, bazı L lenslerde böyle), gidip saçaklanma olan yerdeki mor ve magenta'nın doygunluğunu azaltmak zorunda kalıyorum.

Son olarak 17-40 ile karşılaştırayım dedim. Hatırlatayım, 17-40'ın iç yansıma direnci (flare resistance) iyi kabul edilir. Diyafram gene 8:


Tokina + 50D
17-40 + 5DMarkII
Hımmmm.. Ne desem bilmiyorum... İki lenste de güneşlik takılı değildi. CA düzeltmesi yapmadım.
Hazır oradayken 11-16'yı 5DMarkII'ye takıp 16mm-f8'de bir kare çektim. Sonuç:


Tokina'yı satmasam mı acaba :)

Not: Dediğim gibi, elimde Sigma 10-20 f3.5 veya Canon 10-22 f3.5-4.5 gibi rakipler olsaydı daha iyi olurdu.
Not2: Bendeki 17-40'ın sol tarafında bir sorun mu var diye şüphelenmeye başladım. Sanki daha iyi olması gerekli gibi...