Filmli bir Nikon makine bakıyordum, aşağıdaki ilanı gördüm:
nikon filimli fotaraf makınaları 2 adet fg n60 flaş 1adet objektif
2adet çalışır durumda gayet iyidir fiyatı makuldür kolyosluktur alan
arkadaşlara hayırlı olsun birtek fg olanda estantinesinde arza var
digerleri saglamdır hepisine kefilim yanında çantaya 60 tl almıştım
takas olur
Şunu söylemem lazım: bir insanın cahil olması onun kötü ya da aşağılık biri olduğu anlamına gelmez. Benim babannem okuyamıyordu örneğin (Hep bu harf devrimi yüzünden! Hani bir gecede dedemizin mezar taşını okuyamayacak hale gelmişiz ya... Yersen...). Yani okuyamamak ya da yazmamak cahilliğin bir türüdür, sırf bu yüzden bir insanla alay edemezsiniz.
Ama şimdi bu tür insanların sayılarının ülkemizde milyonlara vardığını ve bu insanların oy verdiğini düşünün. Daha geçen gün Kayseri halkına hayvanat bahçesinde dinazor görmek istiyorlar mı diye soruldu, çoğunluğu "e iyi olur tabi çoluk çocuk görsün" şeklinde cevap verdi. Ahanda bakın kendiniz seyredin:
- http://webtv.hurriyet.com.tr/2/57325/0/1/kayserililere-dinazor-getirilsin-mi-diye-sordular-iste-cevaplar.aspx
- http://www.youtube.com/watch?v=ZsYpn6nQWmM
- http://www.odatv.com/n.php?n=kayseri-halki-bu-projeyi-istiyor-2611131200
- http://www.izlesene.com/video/hayvanat-bahcesine-dinozor-getirilsin-mi/7124213
- http://www.acunn.com/haber/kayseriye-dinozor-getirilsin-mi/114448
- http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/160156/dinozorlarin-neslinin-tukendigini-bilmeyen-kayserili
- https://eksisozluk.com/kayseri-hayvanat-bahcesine-dinozor-getirilsin-mi--4127813?nr=true&rf=hayvanat%20bah%C3%A7esi%27ne%20dinozor%20getirilsin%20mi
Bu insanlar yurdum insanı. Yani düğünde yanyana göbek atıp halay çekersin, sokakta düşersen yardım eder, dayanamaz dilenciye sadaka verir, evine misafir olursan kendi yemez sana ikramda bulunur hatta gece kalırsan kendi yatağını verir sen rahat et diye.
Ama... Dinazor lan bu...
Geçen senelerde halkıma şu sorular da soruldu:
- Türkiye hangi kıtada
- Libya nerede?
- Mısır nerede?
- Anadolu nedir?
- Cin gördünüz mü?
- 2x3 ne yapar?
vs.. Bu tür "basit" sorulara gelen yanıtları burada paylaşmıyorum. Bu tür insanları yönlendirmek, kandırmak, ve hatta muhalefete karşı kışkırtmak kolaydır. Ve son 40 yılda ülkemize musallat olan bütün hükümetler halkın cahil kalması için elinden geleni yaptı. Halk da suçlu ama daha çok hükümetler suçlu. Son üniversite sınavında adayların 2/3'ünün fen bilimlerinde, yarısının da matematikte 4 doğrunun altında yapması inanılmaz bir sonuçtur. İlkokul seviyesinde matematik bilsen 4 doğruyu zaten yaparsın. Sırf bu sebeple milli eğitimin başındaki adamları görevden almayı bırak vatana ihanetten hapse atmak gerekir.
Türkiye'nin geleceğinin dibine dinamit koyan bu ekiplerin Allah belasını versin. Hala tabletle akıllı tahtayla oynuyorlar...
Düşün! Tartış! İtiraz et! Eleştir! Tebrik et! Oku! Dinle! Sor! Anlat! Öğret! Yani biraz koyundan farklı ol! Senin gibi düşünmeyene saygı duy. Halka hakaret etme! Halkın cahil kalması halkın değil hükümetlerin suçu!
29 Kas 2013
22 Kas 2013
11 Kas 2013
8 Kas 2013
Facebook'a her türlü küfürü etmek serbest
5
Kasım tarihinde, bir milletvekiline "Or.spu" diyen birini şikayet
ettim. Facebook'ta böyle "yorum"ları çok görüyoruz tabi ama eğer şikayet
edersem Facebook'un ne tepki verdiğini görmek istedim. Sırf meraktan, yoksa böyle işlerle uğraşsam kafayı yerim tahminen :)
Konuyu bir daha açıklayayım: Malum gruplardan birinde Şafak Pavey
aleyhinde bir paylaşım yapıldı, altına da vatandaşın biri "Or.spu"
yazmış (açık haliyle).
1) Kadın bir milletvekili
2) 1 bacağı ve 1 kolu yok
3) Milletvekili veya fiziki bir özrü olmasa bile böyle bir laf "suç"a girer
Facebook'tan gelen cevabı ekte gösteriyorum. Facebook'a göre bu laf
"Nefret söylemi ya da sembolleri içermiyor"muş. Yani Facebook'a göre
birine "Or.spu" demek sorun değil, fikir özgürlüğü sınırları içerisinde,
bu yüzden ortada bir ihlal yokmuş.
Buradan şunu çıkarıyorum:
Ben burada Facebook'a "Or.spu" desem hiçbir sorun olmaz, çünkü bu laf
nefret söylemi içermiyor. Yani siz de Facebook için "or.spu" lafı
kullanabilirsiniz, Facebook böyle lafları sallamıyor.
Ya da Facebook'un Türkiye ofisinde fazlaca aktosun var, bilemiyorum...
5 Kas 2013
Yeni yazı: Ekipman önerileri
Telefon ve flaş: http://halkboyleistiyor.com/wp/?p=998
Flaş, çanta, objektif, flaş tetikleyici, film: http://halkboyleistiyor.com/wp/?p=1026
Flaş, çanta, objektif, flaş tetikleyici, film: http://halkboyleistiyor.com/wp/?p=1026
Etiketler:
Canon 28-80mm USM,
Phottix Mitros,
Phottix Strato,
Samsung Galaxy Note 3
29 Eki 2013
Irkçı Osmanlı
Andımız'ı içinde "Türk Milleti" lafı geçtiği için "herkes Türk değil, bu yüzden ırkçı bir söylem" bahanesiyle kaldıranlara yeni bir hedef veriyorum:
Ceddin deden, neslin baban
Hep kahraman Türk milleti
Orduların, pekçok zaman
Vermiştiler dünyaya şan.
Türk milleti, Türk milleti
Aşk ile sev milliyeti
Kahret vatan düşmanını
Çeksin o mel’un zilleti.
Gördünüz mü Osmanlı'nın yaptığını? Meğer Osmanlı bizden de ırkçıymış! Ne demek Türk Milleti falan? Böyle olmaz. Eyyyy Mehter... Tiz kaldırın bu marşı, hatta Mehter'i kaldırın rahatlayalım! Böyle ırkçı söylemler kardeşliğimize zarar veriyor! Kardeşliği sizden öğrenecek değiliz hamdolsun!
Di mi Recep?
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!
Ceddin deden, neslin baban
Hep kahraman Türk milleti
Orduların, pekçok zaman
Vermiştiler dünyaya şan.
Türk milleti, Türk milleti
Aşk ile sev milliyeti
Kahret vatan düşmanını
Çeksin o mel’un zilleti.
Gördünüz mü Osmanlı'nın yaptığını? Meğer Osmanlı bizden de ırkçıymış! Ne demek Türk Milleti falan? Böyle olmaz. Eyyyy Mehter... Tiz kaldırın bu marşı, hatta Mehter'i kaldırın rahatlayalım! Böyle ırkçı söylemler kardeşliğimize zarar veriyor! Kardeşliği sizden öğrenecek değiliz hamdolsun!
Di mi Recep?
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!
9 Eki 2013
4 Eyl 2013
27 Ağu 2013
17 Ağu 2013
29 Tem 2013
Bu dava ne oldu sahi?
Kamu İhale Kurumu diye bir devlet kurumu var. Kamu ihalelerini falan yapıyor, yani önemsiz (!) bir kurum. Geçen sene bu dönemlerde bir yolsuzluk davası çıkmıştı, hatırlayanınız var mı? Hani TCDD, Yüzüncüyıl Üniversitesi, Konya Selçuklu Belediyesi, Konya Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Gaziosmanpaşa Belediyesi, İstanbul Beyoğlu Belediyesi, İstanbul Bayrampaşa Belediyesi, Bitlis Eren Üniversitesi, Eti Maden, İller Bankası Genel Müdürlüğü gibi bazı yerlerde yapılan ihalelerde yolsuzluk tespit edilmişti ve 23 sanıklı bir dava başlamıştı. Sadece bu ihalelerin toplamı: 548 milyon TL. Davada konuşulan ihale sayısı 100'ün üzerinde ve ihale bedelleri toplamı 1 milyar TL'nin üzerinde! Bunlar yakalananları, görülüp dokunulmayan ya da aradan kaçan paranın bedelini siz tahmin edin.
Ve ihalelerin yerlerine dikkat edin: TCDD, belediyeler, üniversiteler, İller Bankası... Bu dava belediye başkanlarına, ulaştırma bakanlığına, rektörlere, genel müdürlere, ihaleyi alanlara (işadamlarına), verenlere kadar gider. Ama bu "gider" lafı gelişmiş ülkelerde olur. Muz Cumhuriyetlerinde ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz: Başbakan bir gürler hepsi unutulur.
Soruya geri dönelim: Ne oldu bu davaya, bilen duyan haberi olan var mı? İlginç bir şekilde, ucu AKP'ye giden hiçbir dava ilerlemiyor, üzeri kapatılıyor, biraz uğraşan savcılar hakimler yeniden atanıyor. Herkesin bildiği bir örnek: Deniz Feneri.
Ve bazıları hala cuma çıkışlarında ya da namaz kılarken pozlar vermeye devam ediyor...
Ve ihalelerin yerlerine dikkat edin: TCDD, belediyeler, üniversiteler, İller Bankası... Bu dava belediye başkanlarına, ulaştırma bakanlığına, rektörlere, genel müdürlere, ihaleyi alanlara (işadamlarına), verenlere kadar gider. Ama bu "gider" lafı gelişmiş ülkelerde olur. Muz Cumhuriyetlerinde ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz: Başbakan bir gürler hepsi unutulur.
Soruya geri dönelim: Ne oldu bu davaya, bilen duyan haberi olan var mı? İlginç bir şekilde, ucu AKP'ye giden hiçbir dava ilerlemiyor, üzeri kapatılıyor, biraz uğraşan savcılar hakimler yeniden atanıyor. Herkesin bildiği bir örnek: Deniz Feneri.
Ve bazıları hala cuma çıkışlarında ya da namaz kılarken pozlar vermeye devam ediyor...
11 Tem 2013
TASINDIK
Blog sitesini http://halkboyleistiyor.com sitesine taşıdım. Daha derli toplu oldu sanki. Aramak kolay, kategorilere göre sıralamak kolay, gezinmek biraz daha kolay.
Temayı bedava olanlardan bir tane seçtim. Şu anda tema geçici, bir süre sonra daha düzgün birşey ile değiştirmeyi düşünüyorum. Konuları bu blogdan otomatik olarak aldım, o yüzden yazım ya da format hataları var bazı konularda.
Hala php, html vs.. öğreniyorum ve bu yaşa kadar neden öğrenmedim diye kendime kızıyorum :)
Her neyse efendim, yeni adrese beklerim: http://halkboyleistiyor.com
Temayı bedava olanlardan bir tane seçtim. Şu anda tema geçici, bir süre sonra daha düzgün birşey ile değiştirmeyi düşünüyorum. Konuları bu blogdan otomatik olarak aldım, o yüzden yazım ya da format hataları var bazı konularda.
Hala php, html vs.. öğreniyorum ve bu yaşa kadar neden öğrenmedim diye kendime kızıyorum :)
Her neyse efendim, yeni adrese beklerim: http://halkboyleistiyor.com
17 Haz 2013
Nikon D3100, D3200, D5000, D5100, D5200
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
Daha önce Canon'un giriş-orta seviye makinelerini karşılaştırmıştık. Şimdi sıra Nikon'da.
Canikon'un giriş seviyesi modellerini şöyle görüyorum:
Unutmayın: Canon'un bir modelinin Nikon'dan üstün olması ya da tersi önemli değil, önemli olan karşılıklı hangi kategoride oldukları. Örneğin D7100 kağıt üzerinde 60D'den üstün olabilir, yukarıdaki sınıflandırmada bu önemli değil.
Canon karşılaştırmasında XXXXD serisini tabloya koymamıştım, bu yazıda Nikon'a torpil geçip DXXXX serisini de tabloya ekledim ama D3000'i es geçtim çünkü bence D60 ve D40x'le beraber alınmayacak Nikon gövdelerinden biri. Bu Nikonlar yerine en düşük seviyedeki Canon 1000D'yi her türlü tercih ederim.
Şimdi bu gövdeleri yanyana koyalım:
Hemencecik aradaki farklara bakalım. Aşağıdaki tabloda Nikon'un alt sınıf gövdeleri arasında görebildiğim büyük farklar var:
SONUÇ
Ben olsam bütçeme göre sıralamam şunlar olurdu: D3100, D5100, D5200. D3100 yerine temiz ikinci el D5000 de olur. Ayrıca buradaki "Sonuç" bölümünü de okuyun, tavsiyelerim aynı.
Daha önce Canon'un giriş-orta seviye makinelerini karşılaştırmıştık. Şimdi sıra Nikon'da.
Canikon'un giriş seviyesi modellerini şöyle görüyorum:
Unutmayın: Canon'un bir modelinin Nikon'dan üstün olması ya da tersi önemli değil, önemli olan karşılıklı hangi kategoride oldukları. Örneğin D7100 kağıt üzerinde 60D'den üstün olabilir, yukarıdaki sınıflandırmada bu önemli değil.
Canon karşılaştırmasında XXXXD serisini tabloya koymamıştım, bu yazıda Nikon'a torpil geçip DXXXX serisini de tabloya ekledim ama D3000'i es geçtim çünkü bence D60 ve D40x'le beraber alınmayacak Nikon gövdelerinden biri. Bu Nikonlar yerine en düşük seviyedeki Canon 1000D'yi her türlü tercih ederim.
Şimdi bu gövdeleri yanyana koyalım:
Soldaki D3100, sağdaki D3200. Fotoğrafları www.camerasize.com sitesinden aldım. |
Soldan sağa: D5000, D5100 ve D5200. Gene www.camerasize.com sitesinden. |
Büyük hali için üzerine tıklayın |
Ben olsam bütçeme göre sıralamam şunlar olurdu: D3100, D5100, D5200. D3100 yerine temiz ikinci el D5000 de olur. Ayrıca buradaki "Sonuç" bölümünü de okuyun, tavsiyelerim aynı.
31 May 2013
Canon 550D, 600D, 650D, 700D
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
İyi ya da kötü, son 15 yıldır DSLR piyasasında Canon'un bir üstünlüğü var. 2 sene önceye kadar ikinci sıradaki Nikon ile arasında bayağı bir fark vardı, D300/D3 sıçramasından sonra Nikon'un momentumu arttı ve Canon'u ciddi şekilde zorlamaya başladı. Bazı ülkelerde Nikon'un DSLR pazarında önde olduğu haberleri bile geliyor. Canon 70D ve 7D MarkII ile atılım yapmazsa tahminimce Nikon öne bile geçebilir.
Bu arada yukarıdaki paragraftan anlayabileceğiniz gibi, bir süre önce Nikon öndeydi. Otomatik odaklama, IS gibi sistemler çıkınca ve işin içine daha fazla elektronik girince, beyaz telefoto objektiflerin de desteğiyle, Canon öne geçti.
Ama, herkesin bildiği üzere, firmaların en büyük nakit kaynağı olan ("cash cow") ürünleri vardır. Yani bir firma her ürününden aynı miktarda para kazanmaz. Doğal olarak bu ürünler genelde uygun fiyatlı olanlar, yani DSLR piyasasını düşünürsek giriş seviyesi DSLRlar ve uygun fiyatlı objektifler. Durum böyle olunca giriş seviyesi ürünlerin durumu önemli oluyor.
Aynasızların bu kategoriyi nasıl etkilediği konusuna hiç girmeden Canon'un giriş seviyesi modellerine geçiyorum. Yani bugünkü konumuz Canon 550D, 600D, 650D ve 700D. 100D, 1000D ve 1100D'yi de es geçtim.
Bu yazı bir inceleme değil, daha çok karşılaştırma ve her yeni modelde nelerin değişip geliştiği yazısı. Bakalım, zaman bulursam Nikon modelleri için de böyle birşey hazırlamayı düşünüyorum (aslında çok şey "düşünüyorum" ama bir türlü zaman uyduramıyorum. Şimdi de Hindistan gezisi çıktı...).
CANON DA BİZİ SÖĞÜŞLÜYOR, KAÇ YILDIR AYNI MAKİNE!
Hem doğru hem değil. Canon'un modelleri göze batıyor çünkü Canon'dan insanlar çok şey bekliyor. Buna karşılık Canon 7D'den beri temelde aynı 18MP'lik APS-C algılayıcıyı kullanıyor (12MP'lik en alt grubu saymazsak). Canon'a göre her yeni seride algılayıcıda geliştirmeler var ama bakarsanız bu gövdelerin performansı yıllardır birbirine çok yakın. Bu 18MP'lik algılayıcı iyidir ya da kötüdür, bu tartışmanı yeri burası değil ama açık açık fikrimi söyleyeyim: "Sony ve Nikon'un algılayıcıları Canon'a toz yutturuyor" fikrine katılmıyorum. 550D ve NEX-5n arasındaki farkları aşağıdaki bağlantıda göstermiştim:
http://halkboyleistiyor.blogspot.com/2012/10/canon-550d-ve-sony-nex-5n.html
Puanlama, sıralama vs... gibi şeyler önemli mi? Elbette, ama mükemmel puanlama sistemi henüz icat edilmedi ve DxOMark'ın puanlama sistemi dahil hiçbiri bütün etkenleri işin içine katmıyor. Yukarıdaki bağlantıda açıkça görünüyor. D800-5DMarkIII karşılaştırmasında da fikrim aynı: Toplam puanda D800'ü daha çok beğensem de D800 her durumda üstün değil. Zaten D800 incelemesinde bu konudan uzuuuuuuuuunca bahsetmiştim.
Neyse efendim, imaj kalitesini unutup gövdeler arasındaki fiziksel farklara bakalım:
Neredeyse aynı gibi görünüyor değil mi? Düğmelerin yerleri, ikonlar, tekerleklerin yeri... Allah'ım Canon bu işkenceyi bize neden yapıyorsun?.... mu acaba?
Yeni ürün tasarımlarında Japon firmaları geriye doğru uyumluluğu seviyor. Yani bir tasarım bir kere kullanıcılar tarafından tutulmuşsa ve uzun süredir kullanılıyorsa, yeni ürünlerde de tuş yerleşimi ve kullanım mantığını değiştirmemeye çalışıyorlar. Bence bu hem doğru hem hatalı bir yaklaşım. Bazı gövdelerdeki tuş yerleşimi taaa filmli makinelere kadar gidiyor (eyyy Nikon..... Duyuyorsan iki kere masayı tıklat...). WiFi, GPS, dokunmatik ekran gibi teknolojilerin yaygınlaştığı günümüzde artık bunlara uygun olarak gövdleri düzenlemek lazım diye düşünüyorum. Sony bunu yavaş yavaş deniyor. NEX serisinin tuş yerleşimi ve kullanımı klasik DSLRlardan çok farklı. İyi yönleri var, kötü yönleri var ama en azından deniyor. Canikon'un da artık yavaş yavaş ergonomi, tuş yerleşimi ve menü mantığı konularında modernleşmesi gerekiyor.
Hele flaşlar iyice beter. Hala 80lerdeki, hatta 70lerdeki flaş yönetim mantığı ve menüleri var yahu! Alem Android diyor Linux diyor bunlar hala analog ekranlardaki iğrenç fontlu yazılarla şifreli menüler koyuyor önümüze. Çok sinirlendim taam mı!!!
Piyasaya yeni ürün sürmenin birçok amacı var:
- Yeni bir teknoloji tanıtmak.
- Eskiyen ürünleri mevcut teknolojiye uygun hale getirmek.
- Rekabet yüzünden hızlı şekilde fiyatı düşen modelleri hafiften yenileyerek fiyat düzenlemesi yapmak.
Canon ve Nikon bunların hepsini yapıyor. Sony de yapıyor (100 tane NEX var piyasada ve neredeyse tamamında aynı 16MP algılayıcı var. SLTler de aynı şekilde), Olympus da (EP-1 ve EP-3 arasındaki bütün modeller aynı algılayıcıyı kullandı ve ufak değişiklikler ve OM-D haricinde gerçek bir atılım olmadı), Panasonic de (GF-X serisi ve GX serisi), Pentax da (K-5 - K-5II, K-x - K-r). Bunlardan Sony artık bu taktikten vazgeçtiğini ve sadece gerçekten farklı bir model üretince piyasaya süreceğini söyledi. Fotoğraf sektörünü geç, araba sektörü de ayı şekilde, televizyon da aynı, ekran kartı ve işlemciler de aynı, kulaklıklar da aynı, politikacılar da. Piasadaki ürünlerin %90'ı öncekinin biraz makyajlanmış hali.
Peki ürünleri sıkça yenilemenin dezavantajları neler? İnsanlar neden sürekli şikayet ediyor?
1) Bugün aldığınız bir ürünün yarın fiyatı düşüyor: Bugün ne alsan yarın fiyatı düşüyor zaten. Ve aynı değer azalışı diğer seviyelerdeki gövdelerde de var (5D, 1D, 60D vs..). Şikayet şuradan doğuyor:
Yukarıdaki temsili bir fiyat grafiği. 1. ayda makineyi aldıktan sonra o makinenin değeri ne şekilde düşüyor, onu göstermek istedim. 36 ay içinde 3 gövde çıktığını varsaydım. Piyasada araştırma yaparsanız fiyatların buna benzer şekilde azaldığını görürsünüz. Fiyatlar birebir aynı olmayabilir ama fiyatların davranışı aynı. Senin makinenin fiyatı aldıktan sonra düşmeye başlıyor. 1 sene sonra yeni ürün çıktığında düşüş hızlanıyor, 3. ürün çıktığında düşüş devam ediyor ve artık 4. ürüne giderken ani düşüşler oluyor. Giriş seviye DSLRların fiyatları şu ana kadar bu şekilde değişti.36 ay bekleyip satarsan (ki normal bir döngü) para kaybedeceğin muhakkak.
Peki üst seviye makinelerde bu iş nasıl? Aslında olay çok benzer. Örneğin 5DMarkII çıktığında 2800$ civarıydı, şimdi sıfırı 1800-1500$ civarında bulunabiliyor.Yaklaşık 3-4 yıllık bir ömrü olduğunu düşünürseniz kayıp yaklaşık %50 (ikinci el fiyatı sıfır fiyattan düşük olacaktır). Hatta 1200-1300$'a giden 5DMarkIIler de görüyorum, yani %50'den fazla olma olasılığı da var. 3,5 yılda %50 kayıp iyi mi kötü mü? Artık siz karar verin.
Yalnız burada bir gerçek var: 550D'deki %50 kayıp ile 5DMarkII'deki %50 kayıp aynı değil, doğal olarak 5DMarkII'de alış-satış arasındaki fark bedel olarak daha fazla.
Tavsiyem: Her sene ya da iki senede bir kullanılmış uygun fiyatlı DSLR almak. Piyasada çok az kullanılmış ve hala nisbeten yeni sayılabilecek uygun fiyatlı makine dolu. Olympus E-PL1/2, Nikon D5000/5100/3100/90, Canon 550D/1100D/50D, Pentax k-x/k-r/k-20D/k-7, Sony A55/35/Nex-5n/Nex-C3 gibi makineler hala çok iyi ve ikinci elleri uygun fiyatlı olarak piyasada bulunabiliyor. Olympus E-PM1 700-800TL arasına garantili bulunabiliyor! Yukarıdaki grafikte ayları devam ettirirseniz şöyle birşey önünüze çıkacak:
Dikkat ederseniz makinenin fiyatı yavaş yavaş oturmaya başlıyor. Neden? Bir DSLR artık ne kadar düşebilir ki? Türkiye'deki kullanılmış makine piyasası o kadar gelişmedi ama Avrupa'da bazı yerlerde D200ler D300ler 50Dler 40Dler 150-300 Avro arasına bile bulunabiliyor. Eğer sorunu yoksa bu aletler resmen canavar. Ve, örneğin, 300 Avro'ya aldığın bir alet daha ne kadar düşebilir ki? 200? 100? Kaybın ne kadar olur? Mantığı anlatabildim mi? 1-2 sene bekle, temiz ikinci el jenerasyon al. Hem iyi makinen olur hem ileride satarsan kaybın az olur.
2) Giriş seviyesi makine aldık, yeni modeli de çok benzer, biz ne yapalım şimdi? Elimizdeki de eskidi... : Hayır, elindeki eskimedi! Her sene makine değiştirip yenisini almak istiyorsan orası ayrı, para kaybetmeyi göze almışsın demektir. Bence mantıklı gövde yenileme mantığını bu yazıda anlatmıştım. Örneğin "mantıklı" bir gövde yenileme şu şekilde olabilir: 350D-550D, 550D - 60D, ya da 450D - 650D. Aynı sınıf makine alıyorsan araya en azından iki jenerasyon koy. Olmazsa bir ya da iki üst gövde al, eğer alamıyorsan 600D'den 650D'ye ya da 350D'den 400D'ye geçmek sana çok şey kazandırmaz.
3) Firmalar tüketiciyi ufak yeniliklerle oyalıyor, gerçek bir gelişme olmuyor: E yani :) Aslında tüm firmalar değil. Piyasa lideri firmalar genelde böyle yapar, arkadan gelen firmalar daha saldırgan olur. Nikon'un, Pentax'ın, Sony'nin son senelerde büyük yaygara koparmasının sebebi bu. Canon, ne yazık ki, bu kadar saldırgan olmak zorunda değil. piyasayı iyi analiz edip kalite kontrolü de elden bırakmayıp daha sağlam oynamak istiyor.
"Daha sağlam oynamak" demek "hiçbirşey yapmıyor" demek değil. Örneğin piyasadaki ilk normal boyutlu tam kare DSLR olan 5D Canon'dan geldi, en ufak DSLR Canon'da (100D), WiFi+GPS olan ve en ufak tam kare DSLR olan 6D de Canon'dan. Eylül 2009'da çıkan 7D hala canavar. İlk adam gibi video çeken DSLR (ve tam kare) 5DMarkII video sektörünü derinden etkiledi (Nikon D90 ilk video çeken DSLR olsa da, D90'ı profesyonel videoda kullanan gördünüz mü :) ?). Radyo dalgalı ilk flaş Canon'dan geldi, Sony'nin yarı geçirgen aynalı sistemini Canon 1970lerde kullanmıştı bile :) İlk dokunmatik ekranlı DSLR da Canon'dan geldi. Ve Canon her sene en çok en çok patent alan firma arasında dünya çapında ilk 5'te!
Amacım Canon'u yüceltmek değil, sadece bazı şeyleri daha ciddi düşünmek lazım diyorum.
Hatırlatma: Gerçekten en iyiyi istiyorsanız ve parayı önemsemiyorsanız elbette bütün bunlara gerek yok :)
Ürünleri sıkça yenilemenin avantajları var mı?
Var tabi. Şu anda yeni makine alacak olsanız hangisini tercih edersiniz? Bir markanın makinelerini her sene yenilemesini mi 3 senede bir yenilemesini mi? Bir seri makine her sene yenilenirse her sene yenisini alma şansınız oluyor. Bu yüzden Canon (ve Sony NEX ve m4/3 gövdelerin) sık sık gövde yenilemesi yeni alıcılar için avantaj. Ayrıca ufak ufak gelişmeler eklemek, yeniliklerin daha sık eklenmesini de sağlıyor. Örneğin m4/3 makineler kısa sürede WiFi'lı modeller çıkardı ve şu anda Samsung ve Panasonic'in modelleri hızlı bir şekilde ideal WiFi uygulamasına yaklaşıyorlar. Eğer Panasonic kendi modellerini 2 yılda bir yenilese kullanıcıları teknolojik gelişmeleri daha geç görecekti.
Bana sorarsanız, aslında mesele üst seviye gövdelerde. Alt seviyenin sıkça yenilenmesi gibi orta ve üst sınıfın da sıkça yenilenmesi gerek diye düşünüyorum. 7D ve D300(s) kaç senelik? Bu modeller her sene ufak ufak yenilenseydi şu anda elimizde ilk 7D'nin çok ilerisinde bir makine olabilirdi (örneğin WiFi ve GPS'li) ve Nikoncular deli gibi D400 beklemezdi. 5DmarkII de her sene yenilenseydi bir sene odak modülünün 7D gibi yapıldığını, sonraki sene WiFi eklendiğini düşünün. İlk 5DmarkII'yi alanlar kızacaktı belki ama kullanıcılar için genel anlamda faydalı birşey olurdu. Halbuki aynı makineyi 3-4 sene üretip satmak üreticilerin de işine gelen birşey: Üretim attıkça maliyetler düşüyor.
HALA GELEMEDİK FARKLARA SENİN ARTİSTLİĞİNİ OKUMAKTAN
Geldik efendim geldik. Pek çok insan "Canon hep aynı modelleri önümüze sürüyor" diyor. Acaba gerçekten böyle mi, hep beraber görelim:
Bu kadarcık :) Bir de tabi ufak tefek düzeltmeler ve geliştirmeler var. Çok az değil mi? Aslında diğer markalara bakarsanız çok da az değil. Diğer markalarla asıl fark algılayıcıda: Canon Eylül 2009'da çıkan 7D'deki algılayıcıyı hafif hafif geliştirip kullanıyor. İşte bu yüzden hafif hafif "hep aynı makine" lafları çıkmaya başladı. En az değişiklik 650D-700D arasında.
Bir önceki bölümde anlattığım gibi, bu kadar sık makine yenilemeyi genel manada kullanıcı için avantaj olarak görüyorum.
SONUÇ
İşin kolayına kaçıp bir forumda yazdığım yazıyı biraz değiştirerek alayım:
DSLR ve aynasız gövdeleri o kadar sık değişiyor ki bugün aldığınız makine 1 yıl sonra %25-50 arası değer kaybedebiliyor (marka ve modeline bağlı olarak). Bunun "acısını" azaltmanın ya da önlemenin birkaç yolu var:
1) Makineyi sonradan satılacak birşey olarak görmeyip sana gerçekten yetmeyene kadar kullanmak ve fiyat kaybını görmezden gelmek.
2) Sıfır alacaksan en yeni modeli değil 1 ya da iki eski seriden almak.
3) İkinci el makine almak. İkinci el aldığın alet zaten fiyat olarak sıfıra göre uygun olacak, böylece ileride satarken daha az kayıp yaşayacaksın.
4) En yeni çıkan üst seviye makinelerden almak. Bu aletler daha uygun fiyatlılar kadar hızlı ucuzlamıyor
----------------------------
Son olarak, Taksim Gezi Parkı'nda göstericilere sanki gavurmuş gibi davranan polise ve polisi göstericilerin üzerine salan "yetkili"ler Allah'ından bulsunlar. Biraz önce polis panzeri tarafından ezilen 26 yaşındaki Aylin'in vefat ettiği haberini okudum. İmam osurursa cemaat s.çar diye güzel bir lafımız var. Erdoğan bağırdıkça polisin şiddeti artıyor. Yazık oluyor bu ülkeye, hem de çok yazık. Polis bu kadar gazı PKK'nın gösterilerinde bile kullanmadı (ki artık gül suyu kullanıyor biliyorsunuz).
Ayrıca Anayasa'ya göre herkes izinsiz gösteri yapma hakkına sahip, ve dikkat ederseniz bu tip eylemlerde insanlar polise falan saldırmıyor, son derece pasif duruyorlar... taa ki birileri kışkırtana kadar ya da polis zor kullanana kadar. Polisin görevi bunları bulmak olmalı, ki bugünkü eylemde polisin halkı kışkırttığı haberleri de yayıldı (doğru ya da yanlış).
Her sana karşı eylem yapana terörist gözüyle bakıp üzerine polisi salarsan Hitler'in yaptığından ne farkın kalır? Eğer bilmiyorsanız ipucu vereyim: Hitler devleti askerle değil polisle ele geçirdi! Kendine karşı gelen askerleri kurduğu özel polis birimiyle tutukladı, öldürttü ya da sindirdi. Yani Hitler'in kendisi askerdi ama aracı polisti.
Yazık, çok yazık...
İyi ya da kötü, son 15 yıldır DSLR piyasasında Canon'un bir üstünlüğü var. 2 sene önceye kadar ikinci sıradaki Nikon ile arasında bayağı bir fark vardı, D300/D3 sıçramasından sonra Nikon'un momentumu arttı ve Canon'u ciddi şekilde zorlamaya başladı. Bazı ülkelerde Nikon'un DSLR pazarında önde olduğu haberleri bile geliyor. Canon 70D ve 7D MarkII ile atılım yapmazsa tahminimce Nikon öne bile geçebilir.
Bu arada yukarıdaki paragraftan anlayabileceğiniz gibi, bir süre önce Nikon öndeydi. Otomatik odaklama, IS gibi sistemler çıkınca ve işin içine daha fazla elektronik girince, beyaz telefoto objektiflerin de desteğiyle, Canon öne geçti.
Ama, herkesin bildiği üzere, firmaların en büyük nakit kaynağı olan ("cash cow") ürünleri vardır. Yani bir firma her ürününden aynı miktarda para kazanmaz. Doğal olarak bu ürünler genelde uygun fiyatlı olanlar, yani DSLR piyasasını düşünürsek giriş seviyesi DSLRlar ve uygun fiyatlı objektifler. Durum böyle olunca giriş seviyesi ürünlerin durumu önemli oluyor.
Aynasızların bu kategoriyi nasıl etkilediği konusuna hiç girmeden Canon'un giriş seviyesi modellerine geçiyorum. Yani bugünkü konumuz Canon 550D, 600D, 650D ve 700D. 100D, 1000D ve 1100D'yi de es geçtim.
Bu yazı bir inceleme değil, daha çok karşılaştırma ve her yeni modelde nelerin değişip geliştiği yazısı. Bakalım, zaman bulursam Nikon modelleri için de böyle birşey hazırlamayı düşünüyorum (aslında çok şey "düşünüyorum" ama bir türlü zaman uyduramıyorum. Şimdi de Hindistan gezisi çıktı...).
CANON DA BİZİ SÖĞÜŞLÜYOR, KAÇ YILDIR AYNI MAKİNE!
Hem doğru hem değil. Canon'un modelleri göze batıyor çünkü Canon'dan insanlar çok şey bekliyor. Buna karşılık Canon 7D'den beri temelde aynı 18MP'lik APS-C algılayıcıyı kullanıyor (12MP'lik en alt grubu saymazsak). Canon'a göre her yeni seride algılayıcıda geliştirmeler var ama bakarsanız bu gövdelerin performansı yıllardır birbirine çok yakın. Bu 18MP'lik algılayıcı iyidir ya da kötüdür, bu tartışmanı yeri burası değil ama açık açık fikrimi söyleyeyim: "Sony ve Nikon'un algılayıcıları Canon'a toz yutturuyor" fikrine katılmıyorum. 550D ve NEX-5n arasındaki farkları aşağıdaki bağlantıda göstermiştim:
http://halkboyleistiyor.blogspot.com/2012/10/canon-550d-ve-sony-nex-5n.html
Puanlama, sıralama vs... gibi şeyler önemli mi? Elbette, ama mükemmel puanlama sistemi henüz icat edilmedi ve DxOMark'ın puanlama sistemi dahil hiçbiri bütün etkenleri işin içine katmıyor. Yukarıdaki bağlantıda açıkça görünüyor. D800-5DMarkIII karşılaştırmasında da fikrim aynı: Toplam puanda D800'ü daha çok beğensem de D800 her durumda üstün değil. Zaten D800 incelemesinde bu konudan uzuuuuuuuuunca bahsetmiştim.
Neyse efendim, imaj kalitesini unutup gövdeler arasındaki fiziksel farklara bakalım:
Fotoğraflar www.camerasize.com sitesinden alınma. Boyut karşılaştırması için güzel bir site. Büyük hali için üzerine tıklayın. |
Neredeyse aynı gibi görünüyor değil mi? Düğmelerin yerleri, ikonlar, tekerleklerin yeri... Allah'ım Canon bu işkenceyi bize neden yapıyorsun?.... mu acaba?
Yeni ürün tasarımlarında Japon firmaları geriye doğru uyumluluğu seviyor. Yani bir tasarım bir kere kullanıcılar tarafından tutulmuşsa ve uzun süredir kullanılıyorsa, yeni ürünlerde de tuş yerleşimi ve kullanım mantığını değiştirmemeye çalışıyorlar. Bence bu hem doğru hem hatalı bir yaklaşım. Bazı gövdelerdeki tuş yerleşimi taaa filmli makinelere kadar gidiyor (eyyy Nikon..... Duyuyorsan iki kere masayı tıklat...). WiFi, GPS, dokunmatik ekran gibi teknolojilerin yaygınlaştığı günümüzde artık bunlara uygun olarak gövdleri düzenlemek lazım diye düşünüyorum. Sony bunu yavaş yavaş deniyor. NEX serisinin tuş yerleşimi ve kullanımı klasik DSLRlardan çok farklı. İyi yönleri var, kötü yönleri var ama en azından deniyor. Canikon'un da artık yavaş yavaş ergonomi, tuş yerleşimi ve menü mantığı konularında modernleşmesi gerekiyor.
Hele flaşlar iyice beter. Hala 80lerdeki, hatta 70lerdeki flaş yönetim mantığı ve menüleri var yahu! Alem Android diyor Linux diyor bunlar hala analog ekranlardaki iğrenç fontlu yazılarla şifreli menüler koyuyor önümüze. Çok sinirlendim taam mı!!!
Piyasaya yeni ürün sürmenin birçok amacı var:
- Yeni bir teknoloji tanıtmak.
- Eskiyen ürünleri mevcut teknolojiye uygun hale getirmek.
- Rekabet yüzünden hızlı şekilde fiyatı düşen modelleri hafiften yenileyerek fiyat düzenlemesi yapmak.
Canon ve Nikon bunların hepsini yapıyor. Sony de yapıyor (100 tane NEX var piyasada ve neredeyse tamamında aynı 16MP algılayıcı var. SLTler de aynı şekilde), Olympus da (EP-1 ve EP-3 arasındaki bütün modeller aynı algılayıcıyı kullandı ve ufak değişiklikler ve OM-D haricinde gerçek bir atılım olmadı), Panasonic de (GF-X serisi ve GX serisi), Pentax da (K-5 - K-5II, K-x - K-r). Bunlardan Sony artık bu taktikten vazgeçtiğini ve sadece gerçekten farklı bir model üretince piyasaya süreceğini söyledi. Fotoğraf sektörünü geç, araba sektörü de ayı şekilde, televizyon da aynı, ekran kartı ve işlemciler de aynı, kulaklıklar da aynı, politikacılar da. Piasadaki ürünlerin %90'ı öncekinin biraz makyajlanmış hali.
Peki ürünleri sıkça yenilemenin dezavantajları neler? İnsanlar neden sürekli şikayet ediyor?
1) Bugün aldığınız bir ürünün yarın fiyatı düşüyor: Bugün ne alsan yarın fiyatı düşüyor zaten. Ve aynı değer azalışı diğer seviyelerdeki gövdelerde de var (5D, 1D, 60D vs..). Şikayet şuradan doğuyor:
Yukarıdaki temsili bir fiyat grafiği. 1. ayda makineyi aldıktan sonra o makinenin değeri ne şekilde düşüyor, onu göstermek istedim. 36 ay içinde 3 gövde çıktığını varsaydım. Piyasada araştırma yaparsanız fiyatların buna benzer şekilde azaldığını görürsünüz. Fiyatlar birebir aynı olmayabilir ama fiyatların davranışı aynı. Senin makinenin fiyatı aldıktan sonra düşmeye başlıyor. 1 sene sonra yeni ürün çıktığında düşüş hızlanıyor, 3. ürün çıktığında düşüş devam ediyor ve artık 4. ürüne giderken ani düşüşler oluyor. Giriş seviye DSLRların fiyatları şu ana kadar bu şekilde değişti.36 ay bekleyip satarsan (ki normal bir döngü) para kaybedeceğin muhakkak.
Peki üst seviye makinelerde bu iş nasıl? Aslında olay çok benzer. Örneğin 5DMarkII çıktığında 2800$ civarıydı, şimdi sıfırı 1800-1500$ civarında bulunabiliyor.Yaklaşık 3-4 yıllık bir ömrü olduğunu düşünürseniz kayıp yaklaşık %50 (ikinci el fiyatı sıfır fiyattan düşük olacaktır). Hatta 1200-1300$'a giden 5DMarkIIler de görüyorum, yani %50'den fazla olma olasılığı da var. 3,5 yılda %50 kayıp iyi mi kötü mü? Artık siz karar verin.
Yalnız burada bir gerçek var: 550D'deki %50 kayıp ile 5DMarkII'deki %50 kayıp aynı değil, doğal olarak 5DMarkII'de alış-satış arasındaki fark bedel olarak daha fazla.
Tavsiyem: Her sene ya da iki senede bir kullanılmış uygun fiyatlı DSLR almak. Piyasada çok az kullanılmış ve hala nisbeten yeni sayılabilecek uygun fiyatlı makine dolu. Olympus E-PL1/2, Nikon D5000/5100/3100/90, Canon 550D/1100D/50D, Pentax k-x/k-r/k-20D/k-7, Sony A55/35/Nex-5n/Nex-C3 gibi makineler hala çok iyi ve ikinci elleri uygun fiyatlı olarak piyasada bulunabiliyor. Olympus E-PM1 700-800TL arasına garantili bulunabiliyor! Yukarıdaki grafikte ayları devam ettirirseniz şöyle birşey önünüze çıkacak:
2) Giriş seviyesi makine aldık, yeni modeli de çok benzer, biz ne yapalım şimdi? Elimizdeki de eskidi... : Hayır, elindeki eskimedi! Her sene makine değiştirip yenisini almak istiyorsan orası ayrı, para kaybetmeyi göze almışsın demektir. Bence mantıklı gövde yenileme mantığını bu yazıda anlatmıştım. Örneğin "mantıklı" bir gövde yenileme şu şekilde olabilir: 350D-550D, 550D - 60D, ya da 450D - 650D. Aynı sınıf makine alıyorsan araya en azından iki jenerasyon koy. Olmazsa bir ya da iki üst gövde al, eğer alamıyorsan 600D'den 650D'ye ya da 350D'den 400D'ye geçmek sana çok şey kazandırmaz.
3) Firmalar tüketiciyi ufak yeniliklerle oyalıyor, gerçek bir gelişme olmuyor: E yani :) Aslında tüm firmalar değil. Piyasa lideri firmalar genelde böyle yapar, arkadan gelen firmalar daha saldırgan olur. Nikon'un, Pentax'ın, Sony'nin son senelerde büyük yaygara koparmasının sebebi bu. Canon, ne yazık ki, bu kadar saldırgan olmak zorunda değil. piyasayı iyi analiz edip kalite kontrolü de elden bırakmayıp daha sağlam oynamak istiyor.
"Daha sağlam oynamak" demek "hiçbirşey yapmıyor" demek değil. Örneğin piyasadaki ilk normal boyutlu tam kare DSLR olan 5D Canon'dan geldi, en ufak DSLR Canon'da (100D), WiFi+GPS olan ve en ufak tam kare DSLR olan 6D de Canon'dan. Eylül 2009'da çıkan 7D hala canavar. İlk adam gibi video çeken DSLR (ve tam kare) 5DMarkII video sektörünü derinden etkiledi (Nikon D90 ilk video çeken DSLR olsa da, D90'ı profesyonel videoda kullanan gördünüz mü :) ?). Radyo dalgalı ilk flaş Canon'dan geldi, Sony'nin yarı geçirgen aynalı sistemini Canon 1970lerde kullanmıştı bile :) İlk dokunmatik ekranlı DSLR da Canon'dan geldi. Ve Canon her sene en çok en çok patent alan firma arasında dünya çapında ilk 5'te!
Amacım Canon'u yüceltmek değil, sadece bazı şeyleri daha ciddi düşünmek lazım diyorum.
Hatırlatma: Gerçekten en iyiyi istiyorsanız ve parayı önemsemiyorsanız elbette bütün bunlara gerek yok :)
Ürünleri sıkça yenilemenin avantajları var mı?
Var tabi. Şu anda yeni makine alacak olsanız hangisini tercih edersiniz? Bir markanın makinelerini her sene yenilemesini mi 3 senede bir yenilemesini mi? Bir seri makine her sene yenilenirse her sene yenisini alma şansınız oluyor. Bu yüzden Canon (ve Sony NEX ve m4/3 gövdelerin) sık sık gövde yenilemesi yeni alıcılar için avantaj. Ayrıca ufak ufak gelişmeler eklemek, yeniliklerin daha sık eklenmesini de sağlıyor. Örneğin m4/3 makineler kısa sürede WiFi'lı modeller çıkardı ve şu anda Samsung ve Panasonic'in modelleri hızlı bir şekilde ideal WiFi uygulamasına yaklaşıyorlar. Eğer Panasonic kendi modellerini 2 yılda bir yenilese kullanıcıları teknolojik gelişmeleri daha geç görecekti.
Bana sorarsanız, aslında mesele üst seviye gövdelerde. Alt seviyenin sıkça yenilenmesi gibi orta ve üst sınıfın da sıkça yenilenmesi gerek diye düşünüyorum. 7D ve D300(s) kaç senelik? Bu modeller her sene ufak ufak yenilenseydi şu anda elimizde ilk 7D'nin çok ilerisinde bir makine olabilirdi (örneğin WiFi ve GPS'li) ve Nikoncular deli gibi D400 beklemezdi. 5DmarkII de her sene yenilenseydi bir sene odak modülünün 7D gibi yapıldığını, sonraki sene WiFi eklendiğini düşünün. İlk 5DmarkII'yi alanlar kızacaktı belki ama kullanıcılar için genel anlamda faydalı birşey olurdu. Halbuki aynı makineyi 3-4 sene üretip satmak üreticilerin de işine gelen birşey: Üretim attıkça maliyetler düşüyor.
HALA GELEMEDİK FARKLARA SENİN ARTİSTLİĞİNİ OKUMAKTAN
Geldik efendim geldik. Pek çok insan "Canon hep aynı modelleri önümüze sürüyor" diyor. Acaba gerçekten böyle mi, hep beraber görelim:
Büyük hali için üzerine tıklayın |
Bir önceki bölümde anlattığım gibi, bu kadar sık makine yenilemeyi genel manada kullanıcı için avantaj olarak görüyorum.
SONUÇ
İşin kolayına kaçıp bir forumda yazdığım yazıyı biraz değiştirerek alayım:
DSLR ve aynasız gövdeleri o kadar sık değişiyor ki bugün aldığınız makine 1 yıl sonra %25-50 arası değer kaybedebiliyor (marka ve modeline bağlı olarak). Bunun "acısını" azaltmanın ya da önlemenin birkaç yolu var:
1) Makineyi sonradan satılacak birşey olarak görmeyip sana gerçekten yetmeyene kadar kullanmak ve fiyat kaybını görmezden gelmek.
2) Sıfır alacaksan en yeni modeli değil 1 ya da iki eski seriden almak.
3) İkinci el makine almak. İkinci el aldığın alet zaten fiyat olarak sıfıra göre uygun olacak, böylece ileride satarken daha az kayıp yaşayacaksın.
4) En yeni çıkan üst seviye makinelerden almak. Bu aletler daha uygun fiyatlılar kadar hızlı ucuzlamıyor
----------------------------
Son olarak, Taksim Gezi Parkı'nda göstericilere sanki gavurmuş gibi davranan polise ve polisi göstericilerin üzerine salan "yetkili"ler Allah'ından bulsunlar. Biraz önce polis panzeri tarafından ezilen 26 yaşındaki Aylin'in vefat ettiği haberini okudum. İmam osurursa cemaat s.çar diye güzel bir lafımız var. Erdoğan bağırdıkça polisin şiddeti artıyor. Yazık oluyor bu ülkeye, hem de çok yazık. Polis bu kadar gazı PKK'nın gösterilerinde bile kullanmadı (ki artık gül suyu kullanıyor biliyorsunuz).
Tanınmış AKP sitesi ensonhaber'den alıntı |
Aferin sana aslan polis! |
Yazık, çok yazık...
"Efendim o 20 sene önceydi, şimdi değiştim" derken diğer yandan da 70 yıl önceki CHP'ye, 15 yıl önceki MHP'ye laf atmak... Beni bile muhalif yaptın ya... |
Etiketler:
550d ve 600d farkı,
600d ve 650d farkı,
650d ve 700d farkı
26 May 2013
Bu fotoğraf iyi mi kötü mü?
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
Bazen bir fotoğraf görürsün. Önce gözüne iyi gelir. Sonra "yok yok o kadar da değilmiş" dersin. Sonra baktıkça gözün alışmaya başlar yavaş yavaş... "Fena değilmiş be" dersin. Sonra "şurası şöyle olsaymış keşke... Böyle olmamış ben daha iyi çekerdim" dersin. Sonra "iyi de aslında" diye düşünürsün.
İki arada bir derede fotoğraf tekniği :)
İlk örnek. Birşeyler güzel, ama birşeyler kötü. Bunu çekerken amacım farklı birşeydi ama sonradan fotoğraflara bakarken bu şekilde kesmenin daha ilginç olacağını farkettim. Fotoğrafla ilgili üç tartışma konusu:
- Geometrik bir denge (ya da dengesizlik) var. Şöyle göstereyim:
Geometrik dengeyi yukarıda gördünüz mü? Toprak, ağacın gövdesi ve dalları. Görünüş biraz asimetrik. Hatta sağ taraftaki belli-belirsiz ışık tonlaması farkı bile dengeye katkıda bulunuyor.
- Fotoğraf kafada soru işaretleri uyandırıyor: Bu ağaç nerede? Tepesinde ne var? Güneş mi doğuyor arkadan? vs..
- Renkler neden böyle? Tonlama iyi gibi de kötü gibi de. Şöyle birşey olsaymış örneğin:
Bilmem? Belki...
Bu da benzer. Doğrusal yatay ve düşey geometrik şekillerle martının dairesel hatları karışmış. Aslında denge falan yok, sadece göze "ilginç" geliyor. Siyah-beyaz tonlama olmuş mu? Neden 1:1 oran kullanılmış? Bence saçma. Çok özel bir amacın olmadığı sürece 1:1 kadrajı sevmiyorum. Gene de fotoğraf ilginç. Sol üstte bir obje daha olsaydı (örneğin ufak bir tekne) üçgen bir denge olacakmış (sol alttaki bank, sağ ortadaki bank ve martı, sol üstteki tekne). Belki düşey 5:4 kadraj kesme denenebilir (fotoğrafın orjinali 36MP, yukarıda gördüğünüz 4,5MP'lik kesmenin ufaltılmış hali. Yani aslında kesecek çok şey kalmamıştı :) ).
Fotoğraflarınıza bu şekilde bakmaya çalışın. "ISO kaç?" herşeyin cevabı değil :) Yukarıdaki sorular da herşeyi çözmüyor, ama iyi bir başlangıç :)
Bazen bir fotoğraf görürsün. Önce gözüne iyi gelir. Sonra "yok yok o kadar da değilmiş" dersin. Sonra baktıkça gözün alışmaya başlar yavaş yavaş... "Fena değilmiş be" dersin. Sonra "şurası şöyle olsaymış keşke... Böyle olmamış ben daha iyi çekerdim" dersin. Sonra "iyi de aslında" diye düşünürsün.
İki arada bir derede fotoğraf tekniği :)
İlk örnek. Birşeyler güzel, ama birşeyler kötü. Bunu çekerken amacım farklı birşeydi ama sonradan fotoğraflara bakarken bu şekilde kesmenin daha ilginç olacağını farkettim. Fotoğrafla ilgili üç tartışma konusu:
- Geometrik bir denge (ya da dengesizlik) var. Şöyle göstereyim:
Geometrik dengeyi yukarıda gördünüz mü? Toprak, ağacın gövdesi ve dalları. Görünüş biraz asimetrik. Hatta sağ taraftaki belli-belirsiz ışık tonlaması farkı bile dengeye katkıda bulunuyor.
- Fotoğraf kafada soru işaretleri uyandırıyor: Bu ağaç nerede? Tepesinde ne var? Güneş mi doğuyor arkadan? vs..
- Renkler neden böyle? Tonlama iyi gibi de kötü gibi de. Şöyle birşey olsaymış örneğin:
Bilmem? Belki...
Bu da benzer. Doğrusal yatay ve düşey geometrik şekillerle martının dairesel hatları karışmış. Aslında denge falan yok, sadece göze "ilginç" geliyor. Siyah-beyaz tonlama olmuş mu? Neden 1:1 oran kullanılmış? Bence saçma. Çok özel bir amacın olmadığı sürece 1:1 kadrajı sevmiyorum. Gene de fotoğraf ilginç. Sol üstte bir obje daha olsaydı (örneğin ufak bir tekne) üçgen bir denge olacakmış (sol alttaki bank, sağ ortadaki bank ve martı, sol üstteki tekne). Belki düşey 5:4 kadraj kesme denenebilir (fotoğrafın orjinali 36MP, yukarıda gördüğünüz 4,5MP'lik kesmenin ufaltılmış hali. Yani aslında kesecek çok şey kalmamıştı :) ).
Fotoğraflarınıza bu şekilde bakmaya çalışın. "ISO kaç?" herşeyin cevabı değil :) Yukarıdaki sorular da herşeyi çözmüyor, ama iyi bir başlangıç :)
15 May 2013
Histograma dikkat
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
Histogram önemli. Daha önce buradaki (iki sayfa) ve buradaki yazılarda histogramı anlatmaya çalışmıştım. Özellikle ilk yazıyı kesinlikle okuyun derim.
Makinelerdeki LCD çekim sırasında bir fikir verse de histogram her zaman daha doğru sonuç veriyor.......... mu acaba?
Dün akşam Peru Lima'da çektiğim bir-iki fotoğrafa bakarken farkettiğim şeyi bir yazıya dönüştürmek istedim. Histogram iyidir, güzeldir, ama fotoğrafın içeriğini de düşünmek lazım. Aşağıdaki histogramlara bakın:
Sizce hangisi doğru? Hangisini tercih edersiniz? Sanki en sağdaki daha dengeli gibi, değil mi? En soldaki fazla karanlık, en sağdaki fazla parlak.
Aslında, aslında, aslında... Aslında soruda bir adilik var: "Sizce hangisi doğru?" Soruyu okuyunca kafa hemen "doğrusunu bulayım" diye düşünmeye başlıyor ama "doğru histogram" diye birşey yok! Histogramın doğruluğu, fotoğraftaki amacına göre değişir. Ayrıca, histograma "doğru" ya da yanlış" diye bakmak da bir bakıma doğru değil. Asıl önemli olan şey renk detayının (yani ışık bilgisinin) kaybolup kaybolmadığı.
En sağdaki histogram dengeli dursa da, en sola ve en sağa yaslanmış olduğu için (yani tanımlanabilir bölgenin dışına çıkan noktalar var) ben beğenmedim.
ÖNEMLİ NOT: BU SİTEDE HERHANGİ BİR DİNİN PROPAGANDASI YAPILMAZ, YAPILAMAZ. AŞAĞIDAKİ FOTOĞRAF SADECE DENK GELDİĞİ VE ANLATACAĞIM KONUYA UYGUN OLDUĞU İÇİN KULLANILMIŞTIR. BAZI İNSANLAR BUNU ANLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKTİĞİ İÇİN AÇIK AÇIK VE BÜYÜK HARFLERLE YAZDIM. "VAY EFENDİM SEN HRISTİYANLIK PROPAGANDASI YAPIYORSUN, %99'U MÜSLÜMAN OLAN ÜLKEMİZDE..." DİYE SAÇMALAYAN OLURSA, UYARMADI DEMEYİN, AAR KONUŞURUM. ALLAM YAREPPİM :)
Konuya dönersek, gerçek fotoğraf şu:
Olympus OM-D, Panasonic Lumix 20mm f1.7 ASPH, 1/15, f4, ISO400, +0,3EV. Histogram:
Fotoğraf ve histograma aynı anda bakarsanız sorunu anlarsınız. Anlayamadıysanız dert etmeyin, ailenizin yazarı size gösterecek:
Işık detayları kaybolmuş değil mi? Bütün fotoğrafın histogramına değil de bölgesel histograma bakarsak:
Sadece seçili bölgenin (kesikli çizgilerle gösterilen alan) histogramına dikkat edin. Ne kadar sağa yaslanmış değil mi? Bu arada, Photoshop'da sadece seçtiğiniz bölgenin histogramını görebiliyorsunuz ve bu güzel bir özellik. Photoshop iyi birşey. 25 yıllık bir program ve bence dipsiz kuyu gibi. Tahminimce özelliklerinin %10'unu bile kullanamıyorumdur (beyin gibi :) ), ama son fiyatlandırmadan sonra Corel ya da Gimp seçeneklerini düşünmeye başladım. Şimdi olmaz (lisanslı CS6 var) ama ileride alternatifleri ciddi düşünmek lazım.
Başka bir bölge:
Anlatabildim mi? Fotoğrafın farklı yerlerinde farklı histogramlar görebiliyorsunuz (doğal olarak). Bu yüzden histogramı okurken bir gözünüz de fotoğrafta olmalı. "Hah tamam histogram güzel" dersin ama fotoğrafta istediğin yer kötü çıkmıştır.
Aynı fotoğrafa ACR'de (Adobe Camera RAW) birkaç müdahale yapınca şöyle oldu:
O noktaları ACR'deki "Color Sampler Tool" ile koydum. Orjinal RAW'a bakarsanız yüz çevresindeki noktaların hemen tamamı 255'e yakın (yazının en başında önerdiğim bağlantıları okursanız bu 255 değerinin ne olduğunu anlarsınız). 1 numaralı noktayı "nötr" olarak seçtim (128-128-128'e yakın). Sonra ACR'de iki üç müdahale edip detayları geri getirmek istedim. Noktalardaki RGB değerlerinin nasıl değiştiğine dikkat edin. Bazı bölgeler hafif düzelirken bazıları bana mısın dememiş, gene RGB değerleri 250'nin üzerinde.
Sonra yüzün etrafına bölgesel düzeltme yaptım, bakalım biraz daha detay geri getirebilir miyim diye. Burası önemli: Ekranınızda görebiliyor musunuz bilmiyorum ama bölgesel düzeltme yaptığım fotoğrafta (sağ-üstteki) yer yer grileşmeler başlamış ve renk bozulmaları var. İşte bu olay, o bölgedeartık ışık bilgisinin geri getirilemeyeceğinin habercisi. Eğer eksi (-) pozlama telafisi yaparken renklerde grileşme oluyorsa bilin ki orada artık limite dayandınız: RAW dosyası size daha fazla detay vermeyecek. Bunu demek için dosyaya -2EV pozlama telafisi verip sağ alttaki hale getirdim. Gördüğünüz gibi grileşme ve renk bozulmaları çok bariz. Dinamik alan denen zımbırtının önemi burada işte. Yanımda yoktu ama D800 ile aynı sahnede çok daha fazla detay alabileceğimden eminim. Tahminimce NEX-5N ile de biraz daha fazla detay alırdım çünkü düşük ISO'da NEX-5N'in dinamik aralığı OM-D'den yaklaşık 1 durak daha iyi.
Şimdi başka birşey deneyelim, ve fotoğrafı siyah beyaza çevirelim. Bakalım daha fazla detay alabilecek miyiz:
Olmuş mu? Renkli haline göre daha iyi. Siyah beyaz fotoğraflarda gren/kumlanma gözü çok rahatsız etmez ve ton geçişleri genelde daha yumuşaktır. Eğer bu şekilde sorunlu fotoğraflarınız varsa siyah-beyaza çevirip bir de öyle bakabilirsiniz. İki de gren verdin miydi senden iyisi yok :)
BAYKUŞ KAFA, KEDİ VÜCUT, YILAN KUYRUKLU
Peru'nun eski uygarlıkları kedi, yılan ve kuşa çok önem verirmiş. Kedi (jaguar vs..) yeryüzü, yılan yerin altı ve kuş da (baykuş, kartal vs..) gökyüzünün hakimi.
İlk başlarda ayrı ayrı yapılan heykeller, zaman geçtikçe halkı kontrol etmek zorlaştığından (yöneticiler tanrılar ile özdeşleştiriliyor) bu üç simgeyi birleştirmişler ve böyle garip yaratıklar ortaya çıkmış. Buradaki mesaj "bak bu yaratık çok güçlü, öncekiler gibi değil, her yere hükmediyor -yeraltına, yeryüzüne ve gökyüzüne-. Bizim kral da tanrısal olduğu için bu kadar güçlü" diyebilmek. Aynı şu andaki Türk medyası gibi eski Peru'da da pireyi deve yapıp ve gerçekte olanları saklayıp baştakini ayakta tutmaya çalışıyorlarmış.
Neyse efendim, histograma dönelim. Aslında fena görünmüyor. Sola yaslanmış birşey yok, yani gölge detayı iyi. Sağ tarafta ufak bir sorun var. Peki sorunun fotoğrafın neresinde olduğunu söyleyebilir misiniz?
Kırmızıyla işaretli yerler sorunlu bölgeler. Buralarda detay yok. RGB değerleri 255.
5 nokta seçtim. 1 numarada RGB değerleri 255. En karanlık nokta 5 numarada RGB değerleri 48-49 gibi, yani sorun yok. Diğerleri kurtarılır gibi ama 1 numaradan emin değilim. Deneyelim bakalım:
1 numaralı nokta gene RGB255. Demek ki hala detay yok. Agresif bir şekilde negatif pozlama telafisi uygulayalım bakalım ilk hangi değerde 255'ten 254'e inecek:
-3,52 EV'de anca 255'ten 254'e indi. - EV uygulamaya devam ettikçe o bölge hafiften griye dönmeye başlıyor, demek ki ışık bilgisi ölmüş. Nokta tam da çömleğin en önemli yerinde.
PEKİ NE YAPMAK LAZIM?
Herşeyden önce elinizdeki makineyi tanımak gerekli. Nerede nasıl davranır iyi bilmeniz avantaj. Ben müzede çekim yaparken sürekli +0,3EV ile çekim yaptım çünkü eserlerin çoğunda ışıklandırmadan dolayı fazla gölge vardı. O gölge detayını kaybetmemek için +0,3EV uyguladım. Peki hata nerede? Hata şu: Çekerken histogramı kontrol etmedim :) Etmedim işte. Basit bir müze gezisi için her eserin başında durup ayar yapmak istemedim. Bu yüzden yukarıdaki gibi sorunlar oldu.
AMA!!! Ama, çektiğim pozların %95'i çok iyi çıkmış. Yani hedefimdeki gibi gölgelerdeki detaylar yerli yerinde çıkmış ve parlak bölgeler de patlamamış. %5 kayıp iyi bir oran :)
Gerçekte kontrastlı sahnelerde detayları koruyabilmek için yapılması gereken en iyi şey HDR olsa da ben size alternatifleri yazayım, ne yapacağınızı siz seçin:
- Bir D800 ya da D600 alınacak, müzeye onunla gidilecek. Açıkçası yanımda D800 vardı ama OM-D + 20mm f1.7 o kadar rahat geldi ki D800'e hiç elim gitmedi. D800 ile yukarıda bahsettiğim sorunlar OM-D'ye göre daha az oluyor.
- HDR çekmek. Manzarada olur, şehir-bina çekimlerinde olur, ama insan çekerken ya da müze gibi turistik gezilerde üçayak taşımak zor. Elde çekimlerde HDR yapan aletler de var ama onlarda da titreşim sorunları oluyor (elde 3 poz sabit tutmak kolay değil) o yüzden pek kullanmıyorum.
- Negatif pozlama yapıp parlak bölgeleri garantiye almak, sonradan gölgeleri açmak. Film zamanında bu en çok önerilen şeydi. Sayısal algılayıcılar filmden farklı davrandığı için bu yöntemi pek önermem. Tam kare gövdeler bu yönteme daha dayanıklı (D800, D700, D600, A99 vs..) olsa da gene de tavsiye etmem. Gölgelerde kumlanma, renk kaymaları ya da bantlaşma sorunları olabilir.
- Bu yazıdaki yöntem. Yalnız her zaman histograma dikkat edeceksiniz ki histogramın sağ tarafına kaçmış birşeyler olmasın.
- RAW çekmek. Yukarıdaki tüm maddeler için ortak öneri. Zorlu sahneler için (örneğin yüksek kontrast) JPEG çekmek yenilgiyi baştan kabul etmek demek.
- Dua etmek:
Allaam yareppim...
Histogram önemli. Daha önce buradaki (iki sayfa) ve buradaki yazılarda histogramı anlatmaya çalışmıştım. Özellikle ilk yazıyı kesinlikle okuyun derim.
Makinelerdeki LCD çekim sırasında bir fikir verse de histogram her zaman daha doğru sonuç veriyor.......... mu acaba?
Dün akşam Peru Lima'da çektiğim bir-iki fotoğrafa bakarken farkettiğim şeyi bir yazıya dönüştürmek istedim. Histogram iyidir, güzeldir, ama fotoğrafın içeriğini de düşünmek lazım. Aşağıdaki histogramlara bakın:
Sizce hangisi doğru? Hangisini tercih edersiniz? Sanki en sağdaki daha dengeli gibi, değil mi? En soldaki fazla karanlık, en sağdaki fazla parlak.
Aslında, aslında, aslında... Aslında soruda bir adilik var: "Sizce hangisi doğru?" Soruyu okuyunca kafa hemen "doğrusunu bulayım" diye düşünmeye başlıyor ama "doğru histogram" diye birşey yok! Histogramın doğruluğu, fotoğraftaki amacına göre değişir. Ayrıca, histograma "doğru" ya da yanlış" diye bakmak da bir bakıma doğru değil. Asıl önemli olan şey renk detayının (yani ışık bilgisinin) kaybolup kaybolmadığı.
En sağdaki histogram dengeli dursa da, en sola ve en sağa yaslanmış olduğu için (yani tanımlanabilir bölgenin dışına çıkan noktalar var) ben beğenmedim.
ÖNEMLİ NOT: BU SİTEDE HERHANGİ BİR DİNİN PROPAGANDASI YAPILMAZ, YAPILAMAZ. AŞAĞIDAKİ FOTOĞRAF SADECE DENK GELDİĞİ VE ANLATACAĞIM KONUYA UYGUN OLDUĞU İÇİN KULLANILMIŞTIR. BAZI İNSANLAR BUNU ANLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKTİĞİ İÇİN AÇIK AÇIK VE BÜYÜK HARFLERLE YAZDIM. "VAY EFENDİM SEN HRISTİYANLIK PROPAGANDASI YAPIYORSUN, %99'U MÜSLÜMAN OLAN ÜLKEMİZDE..." DİYE SAÇMALAYAN OLURSA, UYARMADI DEMEYİN, AAR KONUŞURUM. ALLAM YAREPPİM :)
Konuya dönersek, gerçek fotoğraf şu:
%99'u müslüman olan bu ülkede Hrıstiyan inancı falan göstermek ha? |
%99'u müslüman olan bu ülkede histogram.. Uymadı... |
Işık detayları kaybolmuş değil mi? Bütün fotoğrafın histogramına değil de bölgesel histograma bakarsak:
Sadece seçili bölgenin (kesikli çizgilerle gösterilen alan) histogramına dikkat edin. Ne kadar sağa yaslanmış değil mi? Bu arada, Photoshop'da sadece seçtiğiniz bölgenin histogramını görebiliyorsunuz ve bu güzel bir özellik. Photoshop iyi birşey. 25 yıllık bir program ve bence dipsiz kuyu gibi. Tahminimce özelliklerinin %10'unu bile kullanamıyorumdur (beyin gibi :) ), ama son fiyatlandırmadan sonra Corel ya da Gimp seçeneklerini düşünmeye başladım. Şimdi olmaz (lisanslı CS6 var) ama ileride alternatifleri ciddi düşünmek lazım.
Başka bir bölge:
Anlatabildim mi? Fotoğrafın farklı yerlerinde farklı histogramlar görebiliyorsunuz (doğal olarak). Bu yüzden histogramı okurken bir gözünüz de fotoğrafta olmalı. "Hah tamam histogram güzel" dersin ama fotoğrafta istediğin yer kötü çıkmıştır.
Aynı fotoğrafa ACR'de (Adobe Camera RAW) birkaç müdahale yapınca şöyle oldu:
O noktaları ACR'deki "Color Sampler Tool" ile koydum. Orjinal RAW'a bakarsanız yüz çevresindeki noktaların hemen tamamı 255'e yakın (yazının en başında önerdiğim bağlantıları okursanız bu 255 değerinin ne olduğunu anlarsınız). 1 numaralı noktayı "nötr" olarak seçtim (128-128-128'e yakın). Sonra ACR'de iki üç müdahale edip detayları geri getirmek istedim. Noktalardaki RGB değerlerinin nasıl değiştiğine dikkat edin. Bazı bölgeler hafif düzelirken bazıları bana mısın dememiş, gene RGB değerleri 250'nin üzerinde.
Sonra yüzün etrafına bölgesel düzeltme yaptım, bakalım biraz daha detay geri getirebilir miyim diye. Burası önemli: Ekranınızda görebiliyor musunuz bilmiyorum ama bölgesel düzeltme yaptığım fotoğrafta (sağ-üstteki) yer yer grileşmeler başlamış ve renk bozulmaları var. İşte bu olay, o bölgedeartık ışık bilgisinin geri getirilemeyeceğinin habercisi. Eğer eksi (-) pozlama telafisi yaparken renklerde grileşme oluyorsa bilin ki orada artık limite dayandınız: RAW dosyası size daha fazla detay vermeyecek. Bunu demek için dosyaya -2EV pozlama telafisi verip sağ alttaki hale getirdim. Gördüğünüz gibi grileşme ve renk bozulmaları çok bariz. Dinamik alan denen zımbırtının önemi burada işte. Yanımda yoktu ama D800 ile aynı sahnede çok daha fazla detay alabileceğimden eminim. Tahminimce NEX-5N ile de biraz daha fazla detay alırdım çünkü düşük ISO'da NEX-5N'in dinamik aralığı OM-D'den yaklaşık 1 durak daha iyi.
Şimdi başka birşey deneyelim, ve fotoğrafı siyah beyaza çevirelim. Bakalım daha fazla detay alabilecek miyiz:
Olmuş mu? Renkli haline göre daha iyi. Siyah beyaz fotoğraflarda gren/kumlanma gözü çok rahatsız etmez ve ton geçişleri genelde daha yumuşaktır. Eğer bu şekilde sorunlu fotoğraflarınız varsa siyah-beyaza çevirip bir de öyle bakabilirsiniz. İki de gren verdin miydi senden iyisi yok :)
BAYKUŞ KAFA, KEDİ VÜCUT, YILAN KUYRUKLU
Peru'nun eski uygarlıkları kedi, yılan ve kuşa çok önem verirmiş. Kedi (jaguar vs..) yeryüzü, yılan yerin altı ve kuş da (baykuş, kartal vs..) gökyüzünün hakimi.
İlk başlarda ayrı ayrı yapılan heykeller, zaman geçtikçe halkı kontrol etmek zorlaştığından (yöneticiler tanrılar ile özdeşleştiriliyor) bu üç simgeyi birleştirmişler ve böyle garip yaratıklar ortaya çıkmış. Buradaki mesaj "bak bu yaratık çok güçlü, öncekiler gibi değil, her yere hükmediyor -yeraltına, yeryüzüne ve gökyüzüne-. Bizim kral da tanrısal olduğu için bu kadar güçlü" diyebilmek. Aynı şu andaki Türk medyası gibi eski Peru'da da pireyi deve yapıp ve gerçekte olanları saklayıp baştakini ayakta tutmaya çalışıyorlarmış.
Neyse efendim, histograma dönelim. Aslında fena görünmüyor. Sola yaslanmış birşey yok, yani gölge detayı iyi. Sağ tarafta ufak bir sorun var. Peki sorunun fotoğrafın neresinde olduğunu söyleyebilir misiniz?
Kırmızıyla işaretli yerler sorunlu bölgeler. Buralarda detay yok. RGB değerleri 255.
5 nokta seçtim. 1 numarada RGB değerleri 255. En karanlık nokta 5 numarada RGB değerleri 48-49 gibi, yani sorun yok. Diğerleri kurtarılır gibi ama 1 numaradan emin değilim. Deneyelim bakalım:
1 numaralı nokta gene RGB255. Demek ki hala detay yok. Agresif bir şekilde negatif pozlama telafisi uygulayalım bakalım ilk hangi değerde 255'ten 254'e inecek:
-3,52 EV'de anca 255'ten 254'e indi. - EV uygulamaya devam ettikçe o bölge hafiften griye dönmeye başlıyor, demek ki ışık bilgisi ölmüş. Nokta tam da çömleğin en önemli yerinde.
PEKİ NE YAPMAK LAZIM?
Herşeyden önce elinizdeki makineyi tanımak gerekli. Nerede nasıl davranır iyi bilmeniz avantaj. Ben müzede çekim yaparken sürekli +0,3EV ile çekim yaptım çünkü eserlerin çoğunda ışıklandırmadan dolayı fazla gölge vardı. O gölge detayını kaybetmemek için +0,3EV uyguladım. Peki hata nerede? Hata şu: Çekerken histogramı kontrol etmedim :) Etmedim işte. Basit bir müze gezisi için her eserin başında durup ayar yapmak istemedim. Bu yüzden yukarıdaki gibi sorunlar oldu.
AMA!!! Ama, çektiğim pozların %95'i çok iyi çıkmış. Yani hedefimdeki gibi gölgelerdeki detaylar yerli yerinde çıkmış ve parlak bölgeler de patlamamış. %5 kayıp iyi bir oran :)
Pozlamasında sıkıntı olmayan örneklerden biri. Heykelin alt kısmındaki en önemli bölgenin de detayı yerli yerinde :) |
Gerçekte kontrastlı sahnelerde detayları koruyabilmek için yapılması gereken en iyi şey HDR olsa da ben size alternatifleri yazayım, ne yapacağınızı siz seçin:
- Bir D800 ya da D600 alınacak, müzeye onunla gidilecek. Açıkçası yanımda D800 vardı ama OM-D + 20mm f1.7 o kadar rahat geldi ki D800'e hiç elim gitmedi. D800 ile yukarıda bahsettiğim sorunlar OM-D'ye göre daha az oluyor.
- HDR çekmek. Manzarada olur, şehir-bina çekimlerinde olur, ama insan çekerken ya da müze gibi turistik gezilerde üçayak taşımak zor. Elde çekimlerde HDR yapan aletler de var ama onlarda da titreşim sorunları oluyor (elde 3 poz sabit tutmak kolay değil) o yüzden pek kullanmıyorum.
- Negatif pozlama yapıp parlak bölgeleri garantiye almak, sonradan gölgeleri açmak. Film zamanında bu en çok önerilen şeydi. Sayısal algılayıcılar filmden farklı davrandığı için bu yöntemi pek önermem. Tam kare gövdeler bu yönteme daha dayanıklı (D800, D700, D600, A99 vs..) olsa da gene de tavsiye etmem. Gölgelerde kumlanma, renk kaymaları ya da bantlaşma sorunları olabilir.
- Bu yazıdaki yöntem. Yalnız her zaman histograma dikkat edeceksiniz ki histogramın sağ tarafına kaçmış birşeyler olmasın.
- RAW çekmek. Yukarıdaki tüm maddeler için ortak öneri. Zorlu sahneler için (örneğin yüksek kontrast) JPEG çekmek yenilgiyi baştan kabul etmek demek.
- Dua etmek:
Allaam yareppim...
13 May 2013
Olympus OM-D EM-5 Pil Omru
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
Uçakta + dün müzede + bugün 5-6 tane sokakta olmak üzere tek şarjla OM-D'de 782 tane fotoğraf çekmişim! Bunların 555 tanesi RAW + JPEG, kalanlar sadece JPEG. Ayrıca 280 saniye kadar da video var. Henüz pil tamamen tükenmedi ama sonuna kadar bitirmeye de niyetim yok.
İnanılmaz! Olympus'a göre CIPA standartlarında 360 poz veriyor olması lazım. Ben flaş kullanmadım, titresim azaltıcı hep açıktı, çektiğim fotoğrafların yarısından çoğuna bakmadım (deklanşöre yarım basıp hemen ekranı kapattım), %95 oranda LCD ekranı kullandım ve gene %95 Panasonic 14-140mm ile çektim. RAW ve RAW+JPEG arasında geçiş yapmak için fn2 tuşunu kullandım. Genelde otomatik ISO açıktı ve A modunu kullandım ama arada M moduna geçip ISO ve diğer değerleri elle ayarladım.
Arada sildiğim fotoğraf da oldu ama kaç tane sildiğimi hatırlamıyorum. Yani gerçek rakam 800'ün üzerinde olabilir. Normal bir çekim gününde bu rakama gelebilir miyim emin değilim. Düğünde "pil zayıf" uyarısı çıkana kadar 630 kare civarı dayanmıştı. Belki de bu sefer pek düşünmeden (özellikle müzede) ardarda çektiğim için pil bu kadar dayanmıştır, emin değilim. Yani makine açıkken genelde çekim yaptım, bir süre çekmeyeceksem kapattım.
Geçen cuma-pazar arası Peru'da Amazon turu yaptım. Yanımda OM-D + 14-140mm Panasonic + 20mm f1.7 Panasonic, D800 + 55mm f2.8 micro ve 14-24mm f2.8 AF-S vardı. Fotoğrafların %95'ini OM-D + 14-140mm ile çektim. Aslında Amazon turu hesapta yoktu, boş zamanı değerlendireyim demiştim yani yanımdaki aletler balta girmemiş ormanlar ve nehirler için uygun değildi. Artık olduğu kadar :) Gene OM-D'nin tek pili ile bütün günü idare edebildim, sadece son gün artık havaalanına giderken yolda pil zayıf uyarısı verdi.
OM-D'yi kullandıkça alışıyorum. Kullandıkça eksikleri de meydana çıkıyor ama genel toplamda kesinlikle çok iyi alet. Birçok durumda DSLR taşımaya gerek kalmıyor. Canon G1x'i bile evde bırakmaya başladım ki Canon biraz daha ufak.
Uçakta + dün müzede + bugün 5-6 tane sokakta olmak üzere tek şarjla OM-D'de 782 tane fotoğraf çekmişim! Bunların 555 tanesi RAW + JPEG, kalanlar sadece JPEG. Ayrıca 280 saniye kadar da video var. Henüz pil tamamen tükenmedi ama sonuna kadar bitirmeye de niyetim yok.
İnanılmaz! Olympus'a göre CIPA standartlarında 360 poz veriyor olması lazım. Ben flaş kullanmadım, titresim azaltıcı hep açıktı, çektiğim fotoğrafların yarısından çoğuna bakmadım (deklanşöre yarım basıp hemen ekranı kapattım), %95 oranda LCD ekranı kullandım ve gene %95 Panasonic 14-140mm ile çektim. RAW ve RAW+JPEG arasında geçiş yapmak için fn2 tuşunu kullandım. Genelde otomatik ISO açıktı ve A modunu kullandım ama arada M moduna geçip ISO ve diğer değerleri elle ayarladım.
Arada sildiğim fotoğraf da oldu ama kaç tane sildiğimi hatırlamıyorum. Yani gerçek rakam 800'ün üzerinde olabilir. Normal bir çekim gününde bu rakama gelebilir miyim emin değilim. Düğünde "pil zayıf" uyarısı çıkana kadar 630 kare civarı dayanmıştı. Belki de bu sefer pek düşünmeden (özellikle müzede) ardarda çektiğim için pil bu kadar dayanmıştır, emin değilim. Yani makine açıkken genelde çekim yaptım, bir süre çekmeyeceksem kapattım.
Geçen cuma-pazar arası Peru'da Amazon turu yaptım. Yanımda OM-D + 14-140mm Panasonic + 20mm f1.7 Panasonic, D800 + 55mm f2.8 micro ve 14-24mm f2.8 AF-S vardı. Fotoğrafların %95'ini OM-D + 14-140mm ile çektim. Aslında Amazon turu hesapta yoktu, boş zamanı değerlendireyim demiştim yani yanımdaki aletler balta girmemiş ormanlar ve nehirler için uygun değildi. Artık olduğu kadar :) Gene OM-D'nin tek pili ile bütün günü idare edebildim, sadece son gün artık havaalanına giderken yolda pil zayıf uyarısı verdi.
OM-D'yi kullandıkça alışıyorum. Kullandıkça eksikleri de meydana çıkıyor ama genel toplamda kesinlikle çok iyi alet. Birçok durumda DSLR taşımaya gerek kalmıyor. Canon G1x'i bile evde bırakmaya başladım ki Canon biraz daha ufak.
12 May 2013
Fener-GS maçı ve ülkede hayatın durması
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
Ligtv.com.tr'de FB-GS maçının özetine bakayım dedim. Maç başlarken spikerin lafı: "Cüneyt Çakır derbiyi başlatıp ülkede hayatı durduruyor."
Reyhanlı'da patlayan bombalar hayatı durduramadı. Sağolsun bizim medyamız genel manada dünyanın en ahlaksız ve satılmış medyası olduğu için bombanın olduğu akşam vur patlasın çal oynasın eğlenceler devam etti, ve hayat durmadı. Aynı medya Boston'da 2 kişi öldüğünde yayın akışını kesip "canlı" bağlantılar yapmış, 10larca anlı şanlı "uzman"ı ekrana çıkarmıştı. Reyhanlı'da 10larca vatandaşımızın katledildiği gece ekranlarda olan uzman: ACUN.
Halbuki "Sınır ilçesi olduğu halde 1923'ten beri Reyhanlı'da hiçbir olay olmadı, neden şimdi böyle oldu?" diye sormak bile yeterli ama medya 3 maymunu oynuyor.
"Efendim o katliamı tartışmak terör örgütünün propagandasını yapmak olur, halkın moralini bozmayalım" diyecekler olacaktır. İşte bunlara cevabım: Allah belanızı versin.
Medya için ahlaksız ve satılmış demiştim. Şerefsiz, para düşkünü, ödlek, ikiyüzlü gibi şeyler de demek lazım belki ama ben gene de demiyim, terbiyemi takınayım. Zaten ne desem "yarabbi şükür" diyecekler.
"Ön direkte Webo arka direkte Sow... Kafalardan seken top... Ve..."
Ligtv.com.tr'de FB-GS maçının özetine bakayım dedim. Maç başlarken spikerin lafı: "Cüneyt Çakır derbiyi başlatıp ülkede hayatı durduruyor."
Reyhanlı'da patlayan bombalar hayatı durduramadı. Sağolsun bizim medyamız genel manada dünyanın en ahlaksız ve satılmış medyası olduğu için bombanın olduğu akşam vur patlasın çal oynasın eğlenceler devam etti, ve hayat durmadı. Aynı medya Boston'da 2 kişi öldüğünde yayın akışını kesip "canlı" bağlantılar yapmış, 10larca anlı şanlı "uzman"ı ekrana çıkarmıştı. Reyhanlı'da 10larca vatandaşımızın katledildiği gece ekranlarda olan uzman: ACUN.
Halbuki "Sınır ilçesi olduğu halde 1923'ten beri Reyhanlı'da hiçbir olay olmadı, neden şimdi böyle oldu?" diye sormak bile yeterli ama medya 3 maymunu oynuyor.
"Efendim o katliamı tartışmak terör örgütünün propagandasını yapmak olur, halkın moralini bozmayalım" diyecekler olacaktır. İşte bunlara cevabım: Allah belanızı versin.
Medya için ahlaksız ve satılmış demiştim. Şerefsiz, para düşkünü, ödlek, ikiyüzlü gibi şeyler de demek lazım belki ama ben gene de demiyim, terbiyemi takınayım. Zaten ne desem "yarabbi şükür" diyecekler.
"Ön direkte Webo arka direkte Sow... Kafalardan seken top... Ve..."
10 May 2013
Soğukta fotoğraf ekipmanını korumak
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
Yaz gelmişken ne soğuğu canım? Deniz, güneş, kum, Rus kızlar (Öhöm... Bu sonuncusu yok tabi, çok ayıp bi kere aaaa :) )...
Ama kış da geri gelecek, ve kıştan yeni çıktık dolayısıyla bu kış -28 derece (rüzgar sayesinde -43 derece hissedilen) soğukta fotoğraf çekme tecrübelerimi aktarmak istedim. Şimdi okumasanız bile kış gelmeden bir göz atın derim. Burada yazdıklarım sadece -28 derece için geçerli değil tabi, "soğukta" fotoğraf ekipmanını korumak için genel anlamıyla aynı şeyleri yapıyorsunuz.
Son hatırlatma: Kutup bölgeleri (ya da İskandinavya ve Rusya'nın kuzeyi) gibi bölgelerde fotoğraf çekmenin özel koşulları var, burada onları anlatmadım çünkü kişisel olarak tecrübem yok. Ayrıca buradaki tavsieler günübirlik geziler için. Daha uzun geziler için battaniye-çamaşır vs.. gibi şeyler gerekli ve bu konulara girmeye niyetim yok.
SOĞUK NE?
Oslo'ya sadece 3 saat mesafede (kuzey-batı yönünde) bir dağa çıktık ki hem haftasonu iş arkadaşlarıyla kaynaşalım hem de bir baraj inşaatı görelim. Bu kadar soğukta nasıl beton döküyorlar diye merak ettim tabi, sonradan gördüm ki -20 derecenin altında dökmüyorlarmış.
Neyse efendim. Soğuğu birkaç kademeye ayırıyorum:
1) 0 ve -5 arası: Alışınca ılık bile sayılır. Tabi kısa kolluyla gezilmez ama dışarıda rahat gezebiliyorsunuz.
2) -5 ve -15 arası: Soğuğu bayağı hissediyorsunuz. Gene de iyi giyinerek dışarıda yürünebilir. Fotoğraf makinesi pillerinin performansı gösle görülür şekilde düşüyor.
3) -15 ve -25 arası: Hele bir de rutubet ve rüzgar varsa ciddi soğuk. Burun deliklerinde buz parçaları oluşuyor. Ciğerlerin üşüdüğünü rahatlıkla anlıyorsunuz, bu yüzden -15 derece altında Norveç'te resmi kayak müsabakaları yapılmıyor çünkü derin nefes alıp vermek bu derecelerde tehlikeli.
4) -25 ve altı: Aslında -25 ve -40 arası gibi bir kategori de var ama -25 derecenin altın normal insanlar için aynı: Hayvani soğuk. Bu soğukta giyiminize ciddi dikkat etmeniz gerekli ve derin nefes almanızı gerektirmeyecek şekilde çok yorulmamanızı tavsiye ederim.
Baraj inşaatını olduğu yerde ciddi bir rüzgar vardı ve termometre hissedilen derece olarak -43 gösteriyordu. Hayatımda ilk defa gözbebeklerimin üşüdüğünü hissettim!
Şimdi bazılarınız "o da birşey mi bizim orda bi soğuk oluyor kediler damdan dama atlarken donuyor" gibi şeyler düşünecektir. Doğrudur, aferin size. Ama konu bu değil :)
EKİPMANI KORUMADAN ÖNCE
Herşeyden önce g.tü korumak lazım :) Gülüyorsunuz ama gerçek bu. Norveç'te bir laf var: Çok soğuk yoktur az giysi vardır. Her soğuk derecesine ve yapacağın işe göre giyimini iyi ayarlaman lazım. Kayak yaparken ince ve hafif şeyler gerekirken uzun yürüyüşler ya da fotoğraf turları için daha korunaklı olmanız. Fotoğraf çekerken sorun şu: Uzun süreler hareketsiz kalıyorsun ve hareketsiz kalmak soğuk ortamda kötü birşey. Fotoğraf makinesini elinde taşıyorsan ellerin donuyor örneğin. Veya palton kalın ama pantolonun incecikse bacaklar donuyor ve vücudun istemsiz olarak titremeye başlıyor. Bu yüzden saçının ucundan ayaklarına kadar her yerini eşit derecede koruman lazım.
"Korumak" demek "8 kat giyip robot gibi hareketsiz kal" demek değil. -28 derecede kalın ama rahat bir pantolonla ince bir iç pantolonu (iç donu) giymek yeterli. Botlar su geçirmez olmalı. Ben iki ince çorabı tercih ettim ama siz tek kalın bir çorap da giyebilirsiniz. Kar içinde çekim yapacaksanız unutmayın ki normalde üşümeyen ayaklarınız karın içinde donabilir. Yerde buz varsa ve botlarınız iyi değilse ciddi sorununuz olacak demektir.
Gövde için (yabancı dil hayranları için "body" de diyebiliriz) bir kollu fanila ve paltonun içinde ince iki kat kazak ya da benzeri giysi yeterli. Neden kat kat giymrk lazım? Terlediğiniz zaman ya da koştuğunuz zaman bir katı çıkarabilirsiniz de ondan. Ayrıca kat kat giyinmek ısıyı daha iyi muhafaza eder.
Paltonun şapkası olsun ve bu şapkanın etrafında tüyler olsun ki kafanıza kapattığınız zaman rüzgarı içeri almayıp sıcağı da bırakmasın.
Ben paltoda olabildiğince çok ve büyük cepler olmasına dikkat ettim. Bu şekilde birçok malzemeyi ceplere koyup çanta boyutunuzu da ufaltabilirsiniz. Ayrıca makine pillerini paltonun iç ceplerinde taşımak da sıcak tutmak açısından iyi bir çözüm.
Soğuk havalarda eldivenle çekim yapmak mecburi çünkü elleriniz çekim sırasında ve makineyi taşırken hareketsiz ya da soğuğa açık kalıyor. Bunun için birkaç seçenek var, en beğendiğim eldiven tipi şu:
Bu tip eldivenin parmaklara gelen kısmını açıp arkaya kıvırabiliyorsunuz, böylece çekim sırasında parmaklarınızı rahat kullanabiliyorsunuz. Yalnız dikkat edin eldiven iki kat olsun. Thinsulate'in böyle eldivenlerini görmüştüm. Ek olarak, eldivenlerin içine astar gibi giyilebilen ince eldivencikler de var, hava çok soğuksa eli bayağı koruyor. Bunlardan bir tane alıp üzerine yukarıdaki eldiveni takarsanız el sorununu büyük oranda halletmiş olursunuz.
Aşırı soğuk değilse (0 ve -5 arası diyim) latex eldivenler de bayapı işe yarayabiliyor. Bunları doktorlar giyer, tahminen eczanelerde bulabilirsiniz. Çok soğukta fazla işe yaramasa da örneğin İstanbul soğuğunda işe yarayabilir. Bunlar ayrıca ikinci kat eldiven olarak da kullanılabilir.
Son olarak, el ısıtmaya yarayan kimyasal paketler var. Bunlar tek kullanımlık ve 1-2 saate kadar ısı veren türleri var. Tanesi 4-5$ civarı diye hatırlıyorum. Ben her ihtimale karşılık 2 tane almıştım ama ihtiyaç duymadım. Aşırı soğuk bir yere gidiyorsanız her ihtimale karşı yanınızda bulunması iyi olabilir.
Bunların çoğunun deriyle direkt temaz etmemesi lazım dikkatli olun. Bir de bu var ama salaklığa lüzum yok:
-15 derecenin altında maske tarzı koruyucular öneriyorlar. Ben giymedim, ama 1 saatten sonra eksikliğini hissettim. Sonra kayak dersi sırasında giydim ve "ooh be dünya varmış" dedim. Ağzı-burnu örten ama aynı zamanda hava alan maskeler var. Kayak malzemesi satan yerlerde satılır.
Peki iyi giyinmek yeter mi? Hem yeter hem yetmez. Çok uzun süreler dışarıda kalacaksanız ufak bir termos edinmeniz iyi fikir. Çok üşümüşken ara verip çay, kahve, sıcak su veya çorba içmek insanın moralini inanılmaz düzeltiyor.
Yürümeyi kolaylaştırmak için sağlam bir tekayak (monopod) taşımak iyi birşey. Bazı tekayaklar yürüyüşe yardımcı olmak için de tasarlanıyor, yani her tekayak buna uygun değil. Bu tip takayaklar çok ucuz değil, değip değmeyeceğine siz karar verin.
Hafif! Uzun yürüyüşler, soğuk ve fotoğraf çekmek zaten yorucu. Üzerine ağır ekipmanı eklerseniz daha da ölümcül oluyor. Evde hafif gelen çanta bir saatlik yürüyüşten sonra gülle moduna giriyorsa işiniz zor demektir. Elinizdeki bütün objektifleri yanınıza almayıverin. Bu tip gezilere sabit odaklı objektifleri doldurup götürmek deli saçması. Değişken odaklı objektifler (zoom) bu durumlarda çok avantajlı oluyor. Aynı şekilde 70-200mm f2.8 yerine mümkünse 70-300mm f4-5,6 birşey almak da daha akıllıca. Ya da 24mm ve 50mm eşleniği iki hafif objektif almak da bir çözüm. Ben artık uzun gezilere aynasız makineleri götürüyorum. D800 ya da 5DMarkIII'ü alacaksam da olabildiğince hafif bir objektif seçiyorum. OM-D + 14-140mm birçok durumda yeterli. Su koruması lazımsa OM-D + 12-50mm de iyi. Bir keresinde D800 + Tamron 24-70mm VC + 5DMarkIII + 100-400 ile çıkmıştım. Yanıma Canon 100mm makro ve Nikon 14-24mm'yi de alınca çanta artık çekilmez bir şekilde ağır oluyor. Unutmayın ki her açıyı yanınızda taşımaya gerek yok. İster inanın ister inanmayın D800 ile telezoom birşey kullanacaksam yanıma 80-200mm AF f4,5-5,6'yı alıyorum. Bu objektif plastik, hafif ve ufak. Çok mu keskin? Hayır. Ama yeterince iyi. Geniş açı için de Boigtlander 20mm düşünüyorum. Hem ufak hem kaliteli, ama henüz kendimi almaya ikna edemedim :) Bu arada dikkat edin, genelde iki gövde ya da değişken odaklı objektif taşımaya çalışıyorum. Sebebi az sonra...
Uzun yürüyüşlerde yanınızda birinin olması, hiç olmazsa şarjı tam bir telefonunuzun olması müthiş önemli. "Doğa" dediğin şey güzel olduğu kadar acımasız da. Bileğini burkabilirsin, düşüp kafanı vurabilirsin, kayıp bir çukura düşebilirsin vs.. "Bana olmaz" diyorsan zaten sana ne diyeyim bilmiyorum, Allah kurtarsın. Kaza herkesin başına gelebilir, "Bana olmaz abi" deyip danalık yapmanın alemi yok :)
ÇANTA
Henüz ekipmanlara geçmedik. Aslında çanta da ekipmanlar arasında, hatta belki de bu tip çekimler için en önemliler arasında. Hafif, kullanışlı ve en önemlisi de yürürken dengenizi bozmayacak bir çanta en iyisi. Uzun yürüyüşler için sırt çantaları en uygunu. İlla çok ekipman taşıyacaksanız belden bağlanan ve üzeri kapanıp yağmur geçirmeyenler hem belinizi hem içinizi rahat ettirir. Ekipmanınız azsa Lowepro Flipside veya Lowepro Slingshot serisi bir çanta da işinizi görür. İlla Lowepro olmasına gerek yok, benzer işi yapan markalara da bakabilirsiniz. Ben Slingshot kullanıyorum ve çok memnunum. Müthiş rahat ve kullanışlı. Sırtınızdan çıkarmadan çantayı döndürüp önünüze alabiliyorsunuz. Bendeki dizüstü için uygun değil, özellikle böyle istedim çünkü dizüstü taşımak işime gelmiyor. Çantada dizüstü kısmı olsa kesin orayı doldururum :) ve çantanın boyutu büyür.
Slingshot AW 202'ye bir büyük DSLR ve 4 objektif sığıyor. Üst kısmına da OM-D ya da G1x'i koyuyorum, böylece yanımda yeterli bir setle geziyorum. Objektif sayısını azaltırsanız ufak bir termos, not defteri ya da ufak dürbün gibi şeyler de sığar. İçindeki modüler sistemi istediğiniz gibi ayarlayabiliyorsunuz. Yağmur koruması da var ve yanına orta boy bir üçayak takılabiliyor.
Böyle geziler için omuz çantaları uygun değil. Bunları tek bir tarafınıza takıyorsunuz, bu yüzden bir süre sonra bir tarafınıza ağırlık yapmaya başlıyor ve dengeniz bozuluyor. Şehir gezilerinde omuz çantasını tercih ediyorum ama denge gerektiren kar-kış gezilerinde Slingshot daha uygun.
YOĞUŞMA
Nemli bir yerden ya da yağmurlu bir havadan sıcak bir yere girerseniz gözlükleriniz buhar olur. Neden? Çünkü gözlükleriniz soğuktur ve üzerindeki su tanecikleri sıcak ortama girince anında buhara dönüşür. Fotoğraf makineleri ve objektifler de aynı etkiye maruz kalıyor, ama gözlükten farklı olarak bu aletlerin her yeri elektronik olduğu için daha tehlikeli. Yani soğuk bir yerden sıcak bir yere girerseniz ve makineyi hemen çantadan çıkarırsanız yoğuşma tehlikesi var. Bunu engellemek için iki yöntem uygulayabilirsiniz:
1) Çantanız kapı girişi gibi çok sıcak olmayan bir yere bırakın ve makine ve objektifleriniz içinde kalsın. Bu durumda en az 1 saat beklesinler ki ortam ısısına alışsınlar. Onsan sonra makine ve objektifleri çıkarabilirsiniz. Bazıları 2-3 saat bekletmeyi önerir. Ben de her seferinde 2 saat beklettim.
2) Aşırı soğukta çalışıyorsanız içeri girmeden önce makine ve objektifleri plastik bir torbaya koymakta fayda var. Fotoğraf çantası bütün buharı engellemeyebilir, bu yüzden bazı fotoğrafçılar poşet kullanır (seni atacağım poşete yazık - büyük bilge şair Serdar Ortaç)
Makineyi dışarıda taşırken paltonuzun altında taşımayın. Bu şekilde taşırsanız makine sıcak olacak, çekim için çıkardığınızda soğuyacak, paltonun altına koyduğunuzda gene ısınacak ve böylece yoğulma riski oluşacak. En güzeli çantanın içinde taşımak.
Ayrıca bir ipucu daha: Çekim yaparken makinenin üzerine nefesinizi vermeyin. Böyle yaparsanız nefesinizdeki buhar makineye yapışır ve ince bir buz tabakası oluşturur. Sıcak ortama girdiğinizde bu tabaka buhara dönüşür ve buhar makinenin içine girebilir. Bunu engellemek için çekim yaparken nefesinizi tutun ya da atkı benzeri birşey takın. Gözümü dayadığım D800'ün bakacının buğulandığını gördüğümden beri artık bakaca bile gözümü tam dayamıyorum :)
Dışarıda çekim yaparken objektif değiştirmeyin. Makinenin içine buhar girsin istemezsiniz değil mi? Bu yüzden yukarıda değişken odaklı objektif veya iki gövde önerdim.
HAFIZA KARTLARI
Sandisk Extreme kartlar galiba -25 dereceye kadar çalışma garantili. Peki diğerleri? Ya da -25'in altında? Kartları makine içinde ya da çantada ya da en güzeli montun iç cebinde tuttuğunuz sürece sorun yok. Ama yoğuşmaya kartlar için de dikkat etmek lazım. Özellikle SD kartlar yoğuşmadan daha çok etkileniyor. Ayrıca her ihtimale karşı yanınızda yedek kart bulundurunve bunları bir kapta (ya da poşette) saklayın.
PİLLER
Soğuk pilin düşmanı. Ne kadar soğuk, o kadar az pil ömrü. Bu yüzden yanınızda bumlata en az bir yedek pil olsun ve bunları mont cebinde taşıyın. Makinedeki pil hızlı azalmaya başladıysa yedeğiyle değiştirin ve onu montun iç cebine koyun (gene poşetleyip). Bir miktar ısınan pil eski performansına dönecektir. Bu şekilde sürekli pil değişikliği yaparak (arada ısıtarak) pilleri daha uzun süre kullanabilirsiniz.
Ayrıca kartlarda olduğu gibi yoğuşmaya dikkat edin. Ben yedek pillerimi sürekli ufak bir poşette taşıyorum.
KAR
Kar güzeldir, iyidir hoştur ama makine ve objektiflerle iyi geçinmez. Karlı ya da yağmurlu havalarda objektif nem-toz geçirmez olsa bile mutlaka bir poşete sarıyorum ve bu poşeti objektifin en ucuna kadar getiriyorum. Duruma göre UV ya da polarize filtre de takınca bayağı bir korumanız oluyor. Aquatech tarzı koruma kılıfları da alabilirsiniz. Makine ne kadar korumalı olursa olsun bu tip kılıflar uzun ömür için faydalı. Ayrıca makine üzerindeki karı da arada temizlemekte fayda var. Objektif içinde istenmeyen yoğuşmalar olabiliyor ve bu durum bir kere oldu mu kurtulması duruma göre günler sürebiliyor. Filipinler'de bir müzeye Canon G1x'le girdim. Dışarısı yağmurluydu ama soğuk değildi. İçeride 5-6 çekimden sonra farkettim ki objektif sistemi içinde buhar oluşmuş. O buhar anca 5 günde kayboldu! Aman dikkat...
POLİMER
Ne? Polimer mi? "Plastik" dersem anlarsınız belki, ama aynı şey değil. Makinelerin kapakları gibi oynak parçaları polimer. Uzun süre soğukta kalan bu parçalar sertleşip esnekliklerini bir miktar kaybedebiliyor ve zorlandığında kırılabiliyor. Çok görülen birşey değil ve sadece çok soğukta (-15 ve altı diyim) görülmesi muhtemel ama gene de düşünmekte fayda var.
ÜÇAYAK
Olabildiğince üçayak taşımamaya çalışıyorum ama eğer taşıyorsanız şunu unutmayın: Yağların çoğu eksi bilmemkaç derecelerde (yani soğukta donar). Yağla üçayağın ne alakası var? Üçayak kafalarında yağ var, ve uzun yürüyüşlerde bu yağ donabilir. Peki ne yapacaz? Üçayak kafasını mont cebinizde taşıyabilirsiniz mesela. Takıp çıkarmak biraz zaman kaybettirir ama donmasından iyidir. Ayrıca alüminyum üçayaklar diğerlerine oranla daha kolay donar: Açıp kapatırken dikkat edin.
Ek olarak, aşırı soğukta üçayakların metal kısımlarına dokunmamaya çalışın. Özellikle eldivenden yeni çıkardığınız eliniz ıslaksa ve hemen metale dokunursanız eliniz metale yapışabilir. Karbon üçayaklarda olmaz ama metal olanlarda bu sorun olabilir. Birçok üçayağın bir ya da iki ayağında sünger kısımlar var, oralardan tutmaya çalışın.
AYAK DEMİŞKEN: YEDEK ÇORAP
Hiç karda botunuzdan yüksek bir kat yığınının içine girdiniz mi? İşte yedek çorap böyle durumlarda çok faydalı. Hatta ben iki tane taşımaya başladım, zaten ufak ve hafifler. Başını serin, ayağını sıcak tut demişler :)
ESKİ OBJEKTİFLER
İlginç gelecek ama, eskiden manuel objektifler ağır kış şartlarında kullanılmadan önce kış bakımına girerdi :) Sorun, kaymayı sağlayan yağlar. Bunlar soğuğa dayanıklı yağlarla değiştirilir ve çekime öyle gidilirdi. Normal mevsim çekimlerine dönerken bu yapların tekrar değişmesi lazım tabi. Nasıl? Yeni objektiflerde buna gerek olmasa da eğer aşırı soğukta eski manuel objektiflerden birini kullanacaksanız akılda tutmakta fayda var: Yağ donan birşey! Peki ne yapmak lazım? Tabii ki yeni objektif almak lazım :)
LCD EKRAN
Soğukta LCD ekranlar daha yavaş hareket eder, renkler ve kontrast dağılabilir, hatta ekran tamamen donabilir veya kararabilir. Bunu engellemenin tek yolu ekranı sıcak tutmak ama yoğuşma yüzünden pek tavsiye etmem. Ortam ısındığı zaman ekran kendine gelecek zaten.
SONUÇ
Makineniz ne olursa olsun bu yöntemleri uygulamak faydalı. İnternette biraz araştırma yaparsanız bu tip önerileri yazan insanların bazılarının Canon 1D ya da Nikon D4 serisi gövdesi olduğunu görürsünüz. Sebep basit: Neden tehlikeye atayım? Makineyi koruyup 5-6 sene kullanmak var, bir de cengaver gibi "Türk'e birşey olmaz" deyip 2 sene olmadan makineyi ve objektifleri çöpe atmak var :) Pentax kullanıyor olsan bile :))))
Hafif kış koşullarında (hafif yağmur, çiseleyen kar, -5 derece vs..) belki çok korumaya gerek yoktur ama siz gene de olabildiğince önlem alın derim.
Yaz gelmişken ne soğuğu canım? Deniz, güneş, kum, Rus kızlar (Öhöm... Bu sonuncusu yok tabi, çok ayıp bi kere aaaa :) )...
Ama kış da geri gelecek, ve kıştan yeni çıktık dolayısıyla bu kış -28 derece (rüzgar sayesinde -43 derece hissedilen) soğukta fotoğraf çekme tecrübelerimi aktarmak istedim. Şimdi okumasanız bile kış gelmeden bir göz atın derim. Burada yazdıklarım sadece -28 derece için geçerli değil tabi, "soğukta" fotoğraf ekipmanını korumak için genel anlamıyla aynı şeyleri yapıyorsunuz.
Son hatırlatma: Kutup bölgeleri (ya da İskandinavya ve Rusya'nın kuzeyi) gibi bölgelerde fotoğraf çekmenin özel koşulları var, burada onları anlatmadım çünkü kişisel olarak tecrübem yok. Ayrıca buradaki tavsieler günübirlik geziler için. Daha uzun geziler için battaniye-çamaşır vs.. gibi şeyler gerekli ve bu konulara girmeye niyetim yok.
SOĞUK NE?
Oslo'ya sadece 3 saat mesafede (kuzey-batı yönünde) bir dağa çıktık ki hem haftasonu iş arkadaşlarıyla kaynaşalım hem de bir baraj inşaatı görelim. Bu kadar soğukta nasıl beton döküyorlar diye merak ettim tabi, sonradan gördüm ki -20 derecenin altında dökmüyorlarmış.
Neyse efendim. Soğuğu birkaç kademeye ayırıyorum:
1) 0 ve -5 arası: Alışınca ılık bile sayılır. Tabi kısa kolluyla gezilmez ama dışarıda rahat gezebiliyorsunuz.
2) -5 ve -15 arası: Soğuğu bayağı hissediyorsunuz. Gene de iyi giyinerek dışarıda yürünebilir. Fotoğraf makinesi pillerinin performansı gösle görülür şekilde düşüyor.
3) -15 ve -25 arası: Hele bir de rutubet ve rüzgar varsa ciddi soğuk. Burun deliklerinde buz parçaları oluşuyor. Ciğerlerin üşüdüğünü rahatlıkla anlıyorsunuz, bu yüzden -15 derece altında Norveç'te resmi kayak müsabakaları yapılmıyor çünkü derin nefes alıp vermek bu derecelerde tehlikeli.
4) -25 ve altı: Aslında -25 ve -40 arası gibi bir kategori de var ama -25 derecenin altın normal insanlar için aynı: Hayvani soğuk. Bu soğukta giyiminize ciddi dikkat etmeniz gerekli ve derin nefes almanızı gerektirmeyecek şekilde çok yorulmamanızı tavsiye ederim.
Baraj inşaatını olduğu yerde ciddi bir rüzgar vardı ve termometre hissedilen derece olarak -43 gösteriyordu. Hayatımda ilk defa gözbebeklerimin üşüdüğünü hissettim!
Bunlar gerçek, Hollywood hilesi değil. Tecrübeyle sabittir :) |
EKİPMANI KORUMADAN ÖNCE
Herşeyden önce g.tü korumak lazım :) Gülüyorsunuz ama gerçek bu. Norveç'te bir laf var: Çok soğuk yoktur az giysi vardır. Her soğuk derecesine ve yapacağın işe göre giyimini iyi ayarlaman lazım. Kayak yaparken ince ve hafif şeyler gerekirken uzun yürüyüşler ya da fotoğraf turları için daha korunaklı olmanız. Fotoğraf çekerken sorun şu: Uzun süreler hareketsiz kalıyorsun ve hareketsiz kalmak soğuk ortamda kötü birşey. Fotoğraf makinesini elinde taşıyorsan ellerin donuyor örneğin. Veya palton kalın ama pantolonun incecikse bacaklar donuyor ve vücudun istemsiz olarak titremeye başlıyor. Bu yüzden saçının ucundan ayaklarına kadar her yerini eşit derecede koruman lazım.
"Korumak" demek "8 kat giyip robot gibi hareketsiz kal" demek değil. -28 derecede kalın ama rahat bir pantolonla ince bir iç pantolonu (iç donu) giymek yeterli. Botlar su geçirmez olmalı. Ben iki ince çorabı tercih ettim ama siz tek kalın bir çorap da giyebilirsiniz. Kar içinde çekim yapacaksanız unutmayın ki normalde üşümeyen ayaklarınız karın içinde donabilir. Yerde buz varsa ve botlarınız iyi değilse ciddi sorununuz olacak demektir.
Gövde için (yabancı dil hayranları için "body" de diyebiliriz) bir kollu fanila ve paltonun içinde ince iki kat kazak ya da benzeri giysi yeterli. Neden kat kat giymrk lazım? Terlediğiniz zaman ya da koştuğunuz zaman bir katı çıkarabilirsiniz de ondan. Ayrıca kat kat giyinmek ısıyı daha iyi muhafaza eder.
Paltonun şapkası olsun ve bu şapkanın etrafında tüyler olsun ki kafanıza kapattığınız zaman rüzgarı içeri almayıp sıcağı da bırakmasın.
Şapka kısmı önemli |
Soğuk havalarda eldivenle çekim yapmak mecburi çünkü elleriniz çekim sırasında ve makineyi taşırken hareketsiz ya da soğuğa açık kalıyor. Bunun için birkaç seçenek var, en beğendiğim eldiven tipi şu:
Bu tip eldivenin parmaklara gelen kısmını açıp arkaya kıvırabiliyorsunuz, böylece çekim sırasında parmaklarınızı rahat kullanabiliyorsunuz. Yalnız dikkat edin eldiven iki kat olsun. Thinsulate'in böyle eldivenlerini görmüştüm. Ek olarak, eldivenlerin içine astar gibi giyilebilen ince eldivencikler de var, hava çok soğuksa eli bayağı koruyor. Bunlardan bir tane alıp üzerine yukarıdaki eldiveni takarsanız el sorununu büyük oranda halletmiş olursunuz.
Aşırı soğuk değilse (0 ve -5 arası diyim) latex eldivenler de bayapı işe yarayabiliyor. Bunları doktorlar giyer, tahminen eczanelerde bulabilirsiniz. Çok soğukta fazla işe yaramasa da örneğin İstanbul soğuğunda işe yarayabilir. Bunlar ayrıca ikinci kat eldiven olarak da kullanılabilir.
Son olarak, el ısıtmaya yarayan kimyasal paketler var. Bunlar tek kullanımlık ve 1-2 saate kadar ısı veren türleri var. Tanesi 4-5$ civarı diye hatırlıyorum. Ben her ihtimale karşılık 2 tane almıştım ama ihtiyaç duymadım. Aşırı soğuk bir yere gidiyorsanız her ihtimale karşı yanınızda bulunması iyi olabilir.
Bunların çoğunun deriyle direkt temaz etmemesi lazım dikkatli olun. Bir de bu var ama salaklığa lüzum yok:
-15 derecenin altında maske tarzı koruyucular öneriyorlar. Ben giymedim, ama 1 saatten sonra eksikliğini hissettim. Sonra kayak dersi sırasında giydim ve "ooh be dünya varmış" dedim. Ağzı-burnu örten ama aynı zamanda hava alan maskeler var. Kayak malzemesi satan yerlerde satılır.
Peki iyi giyinmek yeter mi? Hem yeter hem yetmez. Çok uzun süreler dışarıda kalacaksanız ufak bir termos edinmeniz iyi fikir. Çok üşümüşken ara verip çay, kahve, sıcak su veya çorba içmek insanın moralini inanılmaz düzeltiyor.
Yürümeyi kolaylaştırmak için sağlam bir tekayak (monopod) taşımak iyi birşey. Bazı tekayaklar yürüyüşe yardımcı olmak için de tasarlanıyor, yani her tekayak buna uygun değil. Bu tip takayaklar çok ucuz değil, değip değmeyeceğine siz karar verin.
Hafif! Uzun yürüyüşler, soğuk ve fotoğraf çekmek zaten yorucu. Üzerine ağır ekipmanı eklerseniz daha da ölümcül oluyor. Evde hafif gelen çanta bir saatlik yürüyüşten sonra gülle moduna giriyorsa işiniz zor demektir. Elinizdeki bütün objektifleri yanınıza almayıverin. Bu tip gezilere sabit odaklı objektifleri doldurup götürmek deli saçması. Değişken odaklı objektifler (zoom) bu durumlarda çok avantajlı oluyor. Aynı şekilde 70-200mm f2.8 yerine mümkünse 70-300mm f4-5,6 birşey almak da daha akıllıca. Ya da 24mm ve 50mm eşleniği iki hafif objektif almak da bir çözüm. Ben artık uzun gezilere aynasız makineleri götürüyorum. D800 ya da 5DMarkIII'ü alacaksam da olabildiğince hafif bir objektif seçiyorum. OM-D + 14-140mm birçok durumda yeterli. Su koruması lazımsa OM-D + 12-50mm de iyi. Bir keresinde D800 + Tamron 24-70mm VC + 5DMarkIII + 100-400 ile çıkmıştım. Yanıma Canon 100mm makro ve Nikon 14-24mm'yi de alınca çanta artık çekilmez bir şekilde ağır oluyor. Unutmayın ki her açıyı yanınızda taşımaya gerek yok. İster inanın ister inanmayın D800 ile telezoom birşey kullanacaksam yanıma 80-200mm AF f4,5-5,6'yı alıyorum. Bu objektif plastik, hafif ve ufak. Çok mu keskin? Hayır. Ama yeterince iyi. Geniş açı için de Boigtlander 20mm düşünüyorum. Hem ufak hem kaliteli, ama henüz kendimi almaya ikna edemedim :) Bu arada dikkat edin, genelde iki gövde ya da değişken odaklı objektif taşımaya çalışıyorum. Sebebi az sonra...
Uzun yürüyüşlerde yanınızda birinin olması, hiç olmazsa şarjı tam bir telefonunuzun olması müthiş önemli. "Doğa" dediğin şey güzel olduğu kadar acımasız da. Bileğini burkabilirsin, düşüp kafanı vurabilirsin, kayıp bir çukura düşebilirsin vs.. "Bana olmaz" diyorsan zaten sana ne diyeyim bilmiyorum, Allah kurtarsın. Kaza herkesin başına gelebilir, "Bana olmaz abi" deyip danalık yapmanın alemi yok :)
ÇANTA
Henüz ekipmanlara geçmedik. Aslında çanta da ekipmanlar arasında, hatta belki de bu tip çekimler için en önemliler arasında. Hafif, kullanışlı ve en önemlisi de yürürken dengenizi bozmayacak bir çanta en iyisi. Uzun yürüyüşler için sırt çantaları en uygunu. İlla çok ekipman taşıyacaksanız belden bağlanan ve üzeri kapanıp yağmur geçirmeyenler hem belinizi hem içinizi rahat ettirir. Ekipmanınız azsa Lowepro Flipside veya Lowepro Slingshot serisi bir çanta da işinizi görür. İlla Lowepro olmasına gerek yok, benzer işi yapan markalara da bakabilirsiniz. Ben Slingshot kullanıyorum ve çok memnunum. Müthiş rahat ve kullanışlı. Sırtınızdan çıkarmadan çantayı döndürüp önünüze alabiliyorsunuz. Bendeki dizüstü için uygun değil, özellikle böyle istedim çünkü dizüstü taşımak işime gelmiyor. Çantada dizüstü kısmı olsa kesin orayı doldururum :) ve çantanın boyutu büyür.
Slingshot AW 202'ye bir büyük DSLR ve 4 objektif sığıyor. Üst kısmına da OM-D ya da G1x'i koyuyorum, böylece yanımda yeterli bir setle geziyorum. Objektif sayısını azaltırsanız ufak bir termos, not defteri ya da ufak dürbün gibi şeyler de sığar. İçindeki modüler sistemi istediğiniz gibi ayarlayabiliyorsunuz. Yağmur koruması da var ve yanına orta boy bir üçayak takılabiliyor.
Böyle geziler için omuz çantaları uygun değil. Bunları tek bir tarafınıza takıyorsunuz, bu yüzden bir süre sonra bir tarafınıza ağırlık yapmaya başlıyor ve dengeniz bozuluyor. Şehir gezilerinde omuz çantasını tercih ediyorum ama denge gerektiren kar-kış gezilerinde Slingshot daha uygun.
YOĞUŞMA
Nemli bir yerden ya da yağmurlu bir havadan sıcak bir yere girerseniz gözlükleriniz buhar olur. Neden? Çünkü gözlükleriniz soğuktur ve üzerindeki su tanecikleri sıcak ortama girince anında buhara dönüşür. Fotoğraf makineleri ve objektifler de aynı etkiye maruz kalıyor, ama gözlükten farklı olarak bu aletlerin her yeri elektronik olduğu için daha tehlikeli. Yani soğuk bir yerden sıcak bir yere girerseniz ve makineyi hemen çantadan çıkarırsanız yoğuşma tehlikesi var. Bunu engellemek için iki yöntem uygulayabilirsiniz:
1) Çantanız kapı girişi gibi çok sıcak olmayan bir yere bırakın ve makine ve objektifleriniz içinde kalsın. Bu durumda en az 1 saat beklesinler ki ortam ısısına alışsınlar. Onsan sonra makine ve objektifleri çıkarabilirsiniz. Bazıları 2-3 saat bekletmeyi önerir. Ben de her seferinde 2 saat beklettim.
2) Aşırı soğukta çalışıyorsanız içeri girmeden önce makine ve objektifleri plastik bir torbaya koymakta fayda var. Fotoğraf çantası bütün buharı engellemeyebilir, bu yüzden bazı fotoğrafçılar poşet kullanır (seni atacağım poşete yazık - büyük bilge şair Serdar Ortaç)
Makineyi dışarıda taşırken paltonuzun altında taşımayın. Bu şekilde taşırsanız makine sıcak olacak, çekim için çıkardığınızda soğuyacak, paltonun altına koyduğunuzda gene ısınacak ve böylece yoğulma riski oluşacak. En güzeli çantanın içinde taşımak.
Ayrıca bir ipucu daha: Çekim yaparken makinenin üzerine nefesinizi vermeyin. Böyle yaparsanız nefesinizdeki buhar makineye yapışır ve ince bir buz tabakası oluşturur. Sıcak ortama girdiğinizde bu tabaka buhara dönüşür ve buhar makinenin içine girebilir. Bunu engellemek için çekim yaparken nefesinizi tutun ya da atkı benzeri birşey takın. Gözümü dayadığım D800'ün bakacının buğulandığını gördüğümden beri artık bakaca bile gözümü tam dayamıyorum :)
Aynı şeyin makinede olmasını istemezsiniz herhalde :) |
HAFIZA KARTLARI
Sandisk Extreme kartlar galiba -25 dereceye kadar çalışma garantili. Peki diğerleri? Ya da -25'in altında? Kartları makine içinde ya da çantada ya da en güzeli montun iç cebinde tuttuğunuz sürece sorun yok. Ama yoğuşmaya kartlar için de dikkat etmek lazım. Özellikle SD kartlar yoğuşmadan daha çok etkileniyor. Ayrıca her ihtimale karşı yanınızda yedek kart bulundurunve bunları bir kapta (ya da poşette) saklayın.
PİLLER
Soğuk pilin düşmanı. Ne kadar soğuk, o kadar az pil ömrü. Bu yüzden yanınızda bumlata en az bir yedek pil olsun ve bunları mont cebinde taşıyın. Makinedeki pil hızlı azalmaya başladıysa yedeğiyle değiştirin ve onu montun iç cebine koyun (gene poşetleyip). Bir miktar ısınan pil eski performansına dönecektir. Bu şekilde sürekli pil değişikliği yaparak (arada ısıtarak) pilleri daha uzun süre kullanabilirsiniz.
Ayrıca kartlarda olduğu gibi yoğuşmaya dikkat edin. Ben yedek pillerimi sürekli ufak bir poşette taşıyorum.
KAR
Kar güzeldir, iyidir hoştur ama makine ve objektiflerle iyi geçinmez. Karlı ya da yağmurlu havalarda objektif nem-toz geçirmez olsa bile mutlaka bir poşete sarıyorum ve bu poşeti objektifin en ucuna kadar getiriyorum. Duruma göre UV ya da polarize filtre de takınca bayağı bir korumanız oluyor. Aquatech tarzı koruma kılıfları da alabilirsiniz. Makine ne kadar korumalı olursa olsun bu tip kılıflar uzun ömür için faydalı. Ayrıca makine üzerindeki karı da arada temizlemekte fayda var. Objektif içinde istenmeyen yoğuşmalar olabiliyor ve bu durum bir kere oldu mu kurtulması duruma göre günler sürebiliyor. Filipinler'de bir müzeye Canon G1x'le girdim. Dışarısı yağmurluydu ama soğuk değildi. İçeride 5-6 çekimden sonra farkettim ki objektif sistemi içinde buhar oluşmuş. O buhar anca 5 günde kayboldu! Aman dikkat...
POLİMER
Ne? Polimer mi? "Plastik" dersem anlarsınız belki, ama aynı şey değil. Makinelerin kapakları gibi oynak parçaları polimer. Uzun süre soğukta kalan bu parçalar sertleşip esnekliklerini bir miktar kaybedebiliyor ve zorlandığında kırılabiliyor. Çok görülen birşey değil ve sadece çok soğukta (-15 ve altı diyim) görülmesi muhtemel ama gene de düşünmekte fayda var.
ÜÇAYAK
Olabildiğince üçayak taşımamaya çalışıyorum ama eğer taşıyorsanız şunu unutmayın: Yağların çoğu eksi bilmemkaç derecelerde (yani soğukta donar). Yağla üçayağın ne alakası var? Üçayak kafalarında yağ var, ve uzun yürüyüşlerde bu yağ donabilir. Peki ne yapacaz? Üçayak kafasını mont cebinizde taşıyabilirsiniz mesela. Takıp çıkarmak biraz zaman kaybettirir ama donmasından iyidir. Ayrıca alüminyum üçayaklar diğerlerine oranla daha kolay donar: Açıp kapatırken dikkat edin.
Ek olarak, aşırı soğukta üçayakların metal kısımlarına dokunmamaya çalışın. Özellikle eldivenden yeni çıkardığınız eliniz ıslaksa ve hemen metale dokunursanız eliniz metale yapışabilir. Karbon üçayaklarda olmaz ama metal olanlarda bu sorun olabilir. Birçok üçayağın bir ya da iki ayağında sünger kısımlar var, oralardan tutmaya çalışın.
AYAK DEMİŞKEN: YEDEK ÇORAP
Hiç karda botunuzdan yüksek bir kat yığınının içine girdiniz mi? İşte yedek çorap böyle durumlarda çok faydalı. Hatta ben iki tane taşımaya başladım, zaten ufak ve hafifler. Başını serin, ayağını sıcak tut demişler :)
ESKİ OBJEKTİFLER
İlginç gelecek ama, eskiden manuel objektifler ağır kış şartlarında kullanılmadan önce kış bakımına girerdi :) Sorun, kaymayı sağlayan yağlar. Bunlar soğuğa dayanıklı yağlarla değiştirilir ve çekime öyle gidilirdi. Normal mevsim çekimlerine dönerken bu yapların tekrar değişmesi lazım tabi. Nasıl? Yeni objektiflerde buna gerek olmasa da eğer aşırı soğukta eski manuel objektiflerden birini kullanacaksanız akılda tutmakta fayda var: Yağ donan birşey! Peki ne yapmak lazım? Tabii ki yeni objektif almak lazım :)
LCD EKRAN
Soğukta LCD ekranlar daha yavaş hareket eder, renkler ve kontrast dağılabilir, hatta ekran tamamen donabilir veya kararabilir. Bunu engellemenin tek yolu ekranı sıcak tutmak ama yoğuşma yüzünden pek tavsiye etmem. Ortam ısındığı zaman ekran kendine gelecek zaten.
Otobüs penceresinden çektim ama siz çaktırmayın, sanki bu manzarayı yakalamak için saatlerce karın içinde yürümüşüm diye düşünün :) Olympus EPL-2 ve kit objektifle çektim. |
Makineniz ne olursa olsun bu yöntemleri uygulamak faydalı. İnternette biraz araştırma yaparsanız bu tip önerileri yazan insanların bazılarının Canon 1D ya da Nikon D4 serisi gövdesi olduğunu görürsünüz. Sebep basit: Neden tehlikeye atayım? Makineyi koruyup 5-6 sene kullanmak var, bir de cengaver gibi "Türk'e birşey olmaz" deyip 2 sene olmadan makineyi ve objektifleri çöpe atmak var :) Pentax kullanıyor olsan bile :))))
Hafif kış koşullarında (hafif yağmur, çiseleyen kar, -5 derece vs..) belki çok korumaya gerek yoktur ama siz gene de olabildiğince önlem alın derim.
9 May 2013
Herkes yapıyorsa ben de yapmalıyım
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
BİR ODADA 6 KİŞİ
Bir oda, odada 6 kişi var. 1 tanesi test yapan görevli, diğerleri teste katılanlar. Testi yapılan görevli deneklere elindeki kartlardaki şekilleri gösterip "bu ne renk" ya da "hangi çizgi uzun" gibi basit sorular soruyor.
Teste katılanların 4 tanesi önceden ayarlanmış. İlk başta doğru cevapları veriyorlar ama 2 ya da 3. sorudan sonra hepsi aynı anda yanlış cevap veriyor. 5. deneğin bundan haberi yok, garibim sürekli doğru cevabı vermeye çalışıyor.
Örneğin kartta 5 çizgi var, hangisinin uzun olduğu soruluyor. En uzun olan en sağdaki çizgi ama 4 tanenin tamamı "en soldaki uzun" diyor. 5. garibim de itiraz ediyor doğal olarak. "Ya olur mu en sağdaki işte". Soruyu soran (testi yapan) suratına garip garip bakıyor ve sonraki soruyu soruyor: Hangisi en mavi. 4 denek gene yanlış cevabı seçiyor, 5. denek gene itiraz ediyor ama bu sefer daha iddiasız. Sonraki soruda artık vazgeçiyor ve sonraki tüm sorularda grupla aynı "yanlış" seçeneği seçiyor.
Kararsız kalıp "acaba ne yapsam" diyen tüm denekler gruba uyum sağlamaya başlıyor, yani bile bile yanlış seçeneği seçiyorlar.
ASAN SÖR
Bir asansör. Bir arkadaş bu asansöre biniyor, içinde zaten 4 kişi var ve 4 kişi asansörün kenarlarında, dolayısıyla yeni binen arkadaş ortada kalıyor. Asansör hareket ettiğinde bu 4 kişi "sola" dönüyorlar! Normalde asansörde kapıya dönük durmaz mısın? Ama 4 tanesi aynı anda sola dönüyor. 5. (yeni binen) adam gülüyor, rahatsız oluyor ama asansör hareket ettikçe yavaş yavaş o da sağa dönüyor :)
Bu şekilde 20 civarı deneğe bu deney uygulanıyor, sadece 2 tanesi diğerleriyle aynı yana dönmüyor.
OTELDEKİ HAVLULAR
Otele gitmişleriniz bilir, birkaç senedir otel banyolarında "çevreyi koruyalım, kullanmadığınız havluları yerinde bırakın ki biz de yıkayıp boşuna su harcayıp doğaya deterjan saçmayalım" diye ilanlar var. Tabi amaç doğa falan değil maliyeti azaltmak (daha az yıkama yaparak) ama mesele bu değil.
Bir üniversite grubu tanınmış bir otel zincirine gidip "şu otelinizde odaların yarısına bizim istediğimiz ilanı koyacaksınız, kalan yarısında da orjinal -doğayı koruyalım- mesajını aynen bırakacaksınız" diyor. Kendi ilanlarında şu yazıyor: "Otelimizdeki ziyaretçilerimizin %75'i kullanmadığı havluları yerinde bırakarak doğaya katkıda bulunuyor. Siz de bunlara katılın ve doğayı beraber koruyalım".
Üniversitenin yazdığı mesajın olduğu odalarda bu kurala uyanların sayısı %20 daha fazla çıkıyor! Yani "haydi siz de diğerleri gibi yapın" denen odalardaki insanlar diğer odalardakine göre %20 daha yüksek oranda kullanmadıkları havluları yerinde bırakmış.
Sonraki hafta mesajı şöyle değiştiriyorlar: "SİZİN ODANIZDA KALANLARIN %75'i kullanmadığı havluları yerinde bıraktı". Sonuç? Mesaja uyanların oranı %33 artıyor!
EN ÇOK SATAN ARABA
Gazetelerde ayda bir (bazılarında haftada bir) çıkan "işte en çok satan arabalar" listesindeki arabaların satışı diğerlerinden daha fazla. Mantıklı mı geldi? Öyleyse şunu dinleyin: Tanınmış bir firma, az satan bir modelinin bu listede yer alması için 2 gazeteyle anlaşıyor. Bu az satan model "en çok satan arabalar" listesine giriyor ve bu haberler 3 ay boyunca yayınlanıyor. Sonuç? Az satan model bir anda orta seviyede satan modellerden oluveriyor :)
Neden? Mesele basit: "Ne alsak ne alsak... Bak herkes bundan alıyormuş biz de alalım".
PATATES KIZARTMASI
Bir hızlı yemek firması (fast food) yeni bir patates kızartması çıkarıyor. TV reklamları şu şekilde: "Araştırmalarımız gösterdi ki insanları %59'u bizim kızartmamızı, %41'i diğer firmanın kızartmasını seçti."
Buradaki amaç ne? Tabii ki kararsız müşterileri çekmek:
- Abi hangisini yesek?
- Bak bu daha çok yeniyormuş hadi şunu yiyelim.
BOŞ LOKANTALAR
Tatildesiniz ve acıktınız, bir yerde çorba içmek istediniz. Karşılıklı iki lokanta var ama ikisi de boş. İkisi de belli bir kalitenin üzerinde görünüyor. Hangisini seçsek ki?
Şimdi şunu düşünün: Soldaki lokantada 7 masa, sağdakinde 2 masa dolu! Hangisini seçersiniz? Tabii ki çok müşteri olana. "Diğerlerinin bir bildiği vardır, biz de öyle yapalım"...
İNSANLARIN ÇOĞUNLUĞU SÜRECE DESTEK VERİYOR
Gazeteler televizyonlar internet siteleri hep bir ağızdan bunu haykırıyor, hergün başka bir anket yayınlanıyor. "Süreci destekleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor" mesajları ortalarda geziyor. Doğru mu uydurma mı belli değil, ama hepsi aynı anda aynı şeyi bağırıyor: Sen de diğerleri gibi bize katıl ey kararsız
Anlatabildim mi?
BİR ODADA 6 KİŞİ
Bir oda, odada 6 kişi var. 1 tanesi test yapan görevli, diğerleri teste katılanlar. Testi yapılan görevli deneklere elindeki kartlardaki şekilleri gösterip "bu ne renk" ya da "hangi çizgi uzun" gibi basit sorular soruyor.
Teste katılanların 4 tanesi önceden ayarlanmış. İlk başta doğru cevapları veriyorlar ama 2 ya da 3. sorudan sonra hepsi aynı anda yanlış cevap veriyor. 5. deneğin bundan haberi yok, garibim sürekli doğru cevabı vermeye çalışıyor.
Örneğin kartta 5 çizgi var, hangisinin uzun olduğu soruluyor. En uzun olan en sağdaki çizgi ama 4 tanenin tamamı "en soldaki uzun" diyor. 5. garibim de itiraz ediyor doğal olarak. "Ya olur mu en sağdaki işte". Soruyu soran (testi yapan) suratına garip garip bakıyor ve sonraki soruyu soruyor: Hangisi en mavi. 4 denek gene yanlış cevabı seçiyor, 5. denek gene itiraz ediyor ama bu sefer daha iddiasız. Sonraki soruda artık vazgeçiyor ve sonraki tüm sorularda grupla aynı "yanlış" seçeneği seçiyor.
Kararsız kalıp "acaba ne yapsam" diyen tüm denekler gruba uyum sağlamaya başlıyor, yani bile bile yanlış seçeneği seçiyorlar.
ASAN SÖR
Bir asansör. Bir arkadaş bu asansöre biniyor, içinde zaten 4 kişi var ve 4 kişi asansörün kenarlarında, dolayısıyla yeni binen arkadaş ortada kalıyor. Asansör hareket ettiğinde bu 4 kişi "sola" dönüyorlar! Normalde asansörde kapıya dönük durmaz mısın? Ama 4 tanesi aynı anda sola dönüyor. 5. (yeni binen) adam gülüyor, rahatsız oluyor ama asansör hareket ettikçe yavaş yavaş o da sağa dönüyor :)
Bu şekilde 20 civarı deneğe bu deney uygulanıyor, sadece 2 tanesi diğerleriyle aynı yana dönmüyor.
OTELDEKİ HAVLULAR
Otele gitmişleriniz bilir, birkaç senedir otel banyolarında "çevreyi koruyalım, kullanmadığınız havluları yerinde bırakın ki biz de yıkayıp boşuna su harcayıp doğaya deterjan saçmayalım" diye ilanlar var. Tabi amaç doğa falan değil maliyeti azaltmak (daha az yıkama yaparak) ama mesele bu değil.
Bir üniversite grubu tanınmış bir otel zincirine gidip "şu otelinizde odaların yarısına bizim istediğimiz ilanı koyacaksınız, kalan yarısında da orjinal -doğayı koruyalım- mesajını aynen bırakacaksınız" diyor. Kendi ilanlarında şu yazıyor: "Otelimizdeki ziyaretçilerimizin %75'i kullanmadığı havluları yerinde bırakarak doğaya katkıda bulunuyor. Siz de bunlara katılın ve doğayı beraber koruyalım".
Üniversitenin yazdığı mesajın olduğu odalarda bu kurala uyanların sayısı %20 daha fazla çıkıyor! Yani "haydi siz de diğerleri gibi yapın" denen odalardaki insanlar diğer odalardakine göre %20 daha yüksek oranda kullanmadıkları havluları yerinde bırakmış.
Sonraki hafta mesajı şöyle değiştiriyorlar: "SİZİN ODANIZDA KALANLARIN %75'i kullanmadığı havluları yerinde bıraktı". Sonuç? Mesaja uyanların oranı %33 artıyor!
EN ÇOK SATAN ARABA
Gazetelerde ayda bir (bazılarında haftada bir) çıkan "işte en çok satan arabalar" listesindeki arabaların satışı diğerlerinden daha fazla. Mantıklı mı geldi? Öyleyse şunu dinleyin: Tanınmış bir firma, az satan bir modelinin bu listede yer alması için 2 gazeteyle anlaşıyor. Bu az satan model "en çok satan arabalar" listesine giriyor ve bu haberler 3 ay boyunca yayınlanıyor. Sonuç? Az satan model bir anda orta seviyede satan modellerden oluveriyor :)
Neden? Mesele basit: "Ne alsak ne alsak... Bak herkes bundan alıyormuş biz de alalım".
PATATES KIZARTMASI
Bir hızlı yemek firması (fast food) yeni bir patates kızartması çıkarıyor. TV reklamları şu şekilde: "Araştırmalarımız gösterdi ki insanları %59'u bizim kızartmamızı, %41'i diğer firmanın kızartmasını seçti."
Buradaki amaç ne? Tabii ki kararsız müşterileri çekmek:
- Abi hangisini yesek?
- Bak bu daha çok yeniyormuş hadi şunu yiyelim.
BOŞ LOKANTALAR
Tatildesiniz ve acıktınız, bir yerde çorba içmek istediniz. Karşılıklı iki lokanta var ama ikisi de boş. İkisi de belli bir kalitenin üzerinde görünüyor. Hangisini seçsek ki?
Şimdi şunu düşünün: Soldaki lokantada 7 masa, sağdakinde 2 masa dolu! Hangisini seçersiniz? Tabii ki çok müşteri olana. "Diğerlerinin bir bildiği vardır, biz de öyle yapalım"...
İNSANLARIN ÇOĞUNLUĞU SÜRECE DESTEK VERİYOR
Gazeteler televizyonlar internet siteleri hep bir ağızdan bunu haykırıyor, hergün başka bir anket yayınlanıyor. "Süreci destekleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor" mesajları ortalarda geziyor. Doğru mu uydurma mı belli değil, ama hepsi aynı anda aynı şeyi bağırıyor: Sen de diğerleri gibi bize katıl ey kararsız
Anlatabildim mi?
Etiketler:
Kararsızlık,
oyları etkileme,
toplumları yönlendirme
4 May 2013
Nikon D800 mü Canon 5DMarkIII mü?
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
Canon 5DMarkIII incelemesi yapmayı düşünüyordum ama bu aralar çok meşgulüm, tahminen yaza uzayacak bu iş. Bu yüzden aradaki farkları ve kullanım tecrübemi yavaş yavaş yazmayı uygun buldum.
Ama önce şu sayfadan güzel bir öykü:
Boş zamanlarında etraftaki köyleri yaya olarak dolaşır, bundan büyük bir zevk alırdı. Biraz önce geldiği köy sanki terk edilmiş gibiydi. İn cin top oynuyordu. Birini bulup sebebini öğrenecek hem de bundan sonraki köyün yolu hakkında biraz bilgi alacaktı..
Köyün içinde biraz yürüdü, caminin yanına gelince bir yaşlı gördü. Güneşe karşı, duvarın dibine çökmüş, sırtını caminin duvarına dayamış, yola bir şeyler yazmak istiyormuş gibi elindeki çomakla önündeki toprağa çizgiler çiziyor hem de güneşleniyordu. Uzun, beyaz sakallarıyla yaşı seksenin üstünde gösteriyordu. Yüzündeki durgunluk ve aldırmazlıktan, bu dünyada onca yıl boşuna yaşamadığı anlaşılıyordu. Gezgin, İhtiyarın karşısına dikildi, selamlaştıktan sonra köyün neden bom boş olduğunu sordu:
İhtiyar:
“Bütün köy halkı, çoluk çocuk ağanın imecesine gittiler. Akşama gelirler.” dedi
“Ya, öyle mi? Peki, ben Mandalı köyüne gitmek istiyorum kaç saat çeker buradan?
İhtiyarın cevabı:
“Sen yoluna yürü bakalım.”
Gezgin, İhtiyarın onu iyi anlamadığını düşünerek üsteledi:
“Amca , Mandalı köyüne kaç saatte gidebilirim, onu sordum sana!”
Cevap gene aynı:
“Sen yoluna bi' yürü bakalım…
Gezgin, ihtiyarın bilgi vermek istemediğini düşündü, kızarak kendi kendine konuştu; “Ulan burada köyün bunağıyla mı uğraşacağım,” diyerek adımlarını açtı. Elli metre uzaklaşmıştı ki, ihtiyarın seslendiğini duydu:
“İki buçuk saatte gidersin!”
“Çattık belaya!” dedi kendi kendine gezgin. İhtiyara doğru döndü:
“E, amca! Deminden beri ben de sana onu soruyordum, madem biliyordun neden o zaman söylemedin?”
İhtiyarın cevabı oldukça bilgeceydi:
“Oğlum ben senin yürüyüşünü görmeden, Mandalı’ya kaç saatte gideceğini nasıl bilebilirdim?..
"Yürü de boyunu görelim" :) Yalan mı? Senin ne olduğunu, neyi nasıl yaptığını bilmeden "şunu al" diyebilir miyim?
Evet, hangisini seçelim? D800 mü 5DMarkIII mü?
Nikon D800 incelemesinde bunun cevabını tam verememiştim. Hangisini seçmek lazım? Basit düşünürsek en iyisi şu: ......................
Gene cevabım yok. Değişkenler sınırsız. Basit düşünmek bana komik geliyor. Bilmemkaç bin TL harcayacaksın ve seçim yaparken basit düşüneceksin öyle mi? "Olum dinamik aralık 36MP mükemmel, D800 al hemen".
Canon ve Nikon sisteminin objektif ve flaş çeşitliliği gibi farklarını göz ardı edersek, sizin için aşağıdakilerden hangisi önemli?
- Ergonomi: Eline oturuşu; düğmelerin yeri ve tepkisi; kart, bağlantı ve pil kapaklarının yerleri ve sağlamlığı. Bu konuda 5DMarkIII daha iyi geliyor bana. 5DMarkII'ye göre 3-5 adım ileride ve D800'den bile daha iyi. Makineyi tek elle taşırken ya da ağır bir objektif takılıyken 5DMarkIII kesinlikle çok daha rahat. MarkIII'te başparmağa gelen bölgedeki çıkıntı inanılmaz faydalı olmuş.
Ayrıca ön tarafında 4 parmağın geldiği bölge de 5DMarkIII'te daha ergonomik. Bunlar benim görüşlerim. D800 D700'den biraz daha iyi olsa da bence ele oturuşu açısından 5DMarkIII'ün gerisinde. D800'deki kapaklar da 5DMarkIII'e göre göre daha kötü. Nesi kötü? Örneğin D800'deki kart kapağını açtığınız zaman bir "trrr" ssi duyuyorsunuz, resmen ucuz Çin malı elektronik ürünlerdeki gibi. D700'ün kapaklarındaki tokluk gitmiş, yerine daha zayıf kapaklar gelmiş. D700 bu konuda daha iyiydi. 5DMarkIII de tam tersine, MarkII'ye göre bu konuda daha iyi ve D800'den de daha ileride. Kapağı kapattığın zaman unutuyorsun elbet ama haberiniz olsun diye söyledim.
Canon'un düğmeleri de bence daha doğru yerlerde. Nikon hala önemli ayarların düğmelerini sol-üste koymakta inat ediyor. Tercih meselesi, siz öyle seviyor olabilirsiniz.
- Çok piksel: 36 mı büyük 22 mi? Yani :) Çok piksele ihtiyacınız varsa D800 tabii ki. Peki ihtiyacınız var mı?
- ISO 25,600'de nasıl davrandığı: Sürekli çok düşük ışıkta çekim yapıyorsan. Bu konuda kararsızım. JPEG çekiyorsan kesinlikle 5DMarkIII, RAWlarda da MarkIII biraz daha iyi gibi olsa da sahneye göre D800 daha iyi olabiliyor (36-22MP farkından). Herşeyi topladığım zaman 5DMarkIII önde gibi.
- Pozlama telafilerine karşı dayanıklılığı: Manzara gibi gölge-parlak bölge karışık bir sahne çekiyorsan tonları açma-kapama işlerini çok yapıyor olabilirsin. Doğal düğün çekimi gibi (düğün sırasında ya da önceki hazırlıklar sırasında) ışığı kontrol edemediğin durumlarda da ışığa bölgesel ya da global müdahaleler yapmak zorunda kalabilirsin. Bu durumda algılayıcının performansı ön planda ve D800'ün algılayıcısı ISO1600'ün altında çok daha iyi. Kardeşimin düğün çekimlerinde bunu daha iyi anladım. 5DMarkIII'ü kullanması daha zevkli ve daha seri, buna rağmen düşük pozlamayla çektiğim fotoğrafları yaklaşık 2 stop açtığım zaman D800 inanılmaz bir şekilde bana mısın demedi. Büyülü bu alet yahu :) 5DMarkIII de MarkII'ye göre çok ileride olmasına rağmen kesinlikle D800'ün gerisinde. MarkIII'te 2 durak açtığınız fotoğraflarda gölgelerdeki kumlanmayı görebiliyorsunuz, D800'de aynı derecede kumlanmayı görmek için 4-5 durak pozlama telafisi uygulamanız lazım.
- Pozlama sistemi: Noktasal ölçümü odak noktasında mı istiyorsun? Canon'da bu özellik yok, sadece orta noktada nokta ölçüm var. Matrix ölçümde pozlama belirlenirken odak noktasına fazla önem verilmesi de bazen Nikon tarafında sıkıntı (hele ortamda yüz varsa ve senin amacın portre değilse), bu durumda Canon biraz daha çekici. Ama şimdiden söyleyebilirim ki iki makinenin de pozlama sistemi çok iyi, yeter ki nasıl davrandığını anlayın.
- JPEG performansı: RAW işlemeye zamanın yok mu? O zaman JPEG performansına bakacaksın. İki makinenin de farklı karakteristikleri var. Örneğin D800'de beyaz ayarı ve renk tonlarını doğru alabilmek için biraz uğraşmak gerekiyor (son çıkan A:1.01 / B:1.02 yazılımlarını henüz kurmadım), ama D800'ün JPEGleri ISO1000 ve altında biraz daha detay veriyor gibi. Yüksek ISO'da 5DMarkIII kesinlikle daha iyi. Ayrıca beyaz ayarı Canon tarafında çok daha doğru ve tutarlı. Ten tonlarında da Canon'u seviyorum. Canon Picture Style ya da Nikon Picture Controls ile oynayıp çok farklı tonlar yakalamak mümkün, bunu da unutmamak lazım. Her kombinasyonu denemediğim için "şu daha iyidir" diyemiyorum, sadece varsayılan JPEG profillerine baktığım zaman renk tonlarında Canon'u daha çok beğendim. Buna karşılık, biraz önce dediğim gibi, düşük ISOlarda D800 hem daha fazla detay veriyor hem de parlak bölgeleri daha iyi koruyor (ve Nikon'un D-Lighting özelliği hala piyasanın en iyisi).
- Odaklama sistemi ve performansı: 5DMarkII'den de şikayet etmemiştim çünkü uçan kaçan şeyleri çok çekmiyordum. Orta noktadan odak yapmaya alışmış ben, 5DMarkIII'e geçince şımardım :) D700 de çok iyiydi, nedense MarkIII bana daha iyi gibi geliyor. 61-51 nokta arasında fark yok, sadece 5DMarkIII biraz daha atak gibi. Bir de 5DMarkIII'ün odaklama senaryolarını seçebilmeyi sevdim. Benzer ayarlar D800'de de olsa da menülerden bu ayarları yapmak biraz daha uzun ve sıkıcı olabiliyor. 5DMarkIII'te "balerin" ya da "bisikletçi" gibi farklı senaryolar için ön tanımlı ayarlar var. İsterseniz bu ayarları da özelleştşrebiliyorsunuz. Şimdilik D800 mü 5DMarkIII mü daha iyidir diye bir karara varamadım, sadece diyorum ki Canon bu sınıfta Nikon'u yakalamış hatta belki de geçmiş. Nikon'un bir üstünlüğü var: Çoklu odak noktası seçiliyken D800 portrelerde yüzü tanıyıp anında göze odaklanıyor, 5DMarkIII bu kadar başarılı değil. Buna rağmen "D800 mü 5DMarkIII mü?" sorusunun cevabı odak sistemine bağlı değil.
- Gövde sağlamlığı: Eşit derim ben. D800'ün dandik kapaklarını saymazsak ikisi de bayağı sağlam duruyor. Gene de "sağlamlık" kriteri 3-5 ayda anlaşılabilecek birşey değil, 3-5 sene sonra gene sorarsınız :) "Çok sağlam, taş gibi" dediğimiz D700'ün dış yüzeyindeki plastikler dökülebiliyor örneğin, yapışkanla ilgili müzmin bir sorunu var. "Bu yetmez, en sağlamı olsun" diyenler zaten Nikon D4 ya da Canon 1Dx alsın.
- Dinamik aralık: ISO1600 ve altında D800, ISO1600'ün üzerinde 5DMarkIII. Peki çok fark var mı? Dikkatli ve disiplinli bir çekim tekniğiniz varsa iki makine de sizi memnun eder. Düşük ISOlarda D800'ün bir miktar üstünlüğü var, özellikle gölgelerde bu çok bariz. ISO6400 gibi değerlerde de 5DMarkIII biraz daha iyi. Manzara ya da benzeri yüksek dinamik aralık gerektiren şeyler çekiyorsanız yüksek ISO kullanmayacaksınız demektir ve bu durumda en iyi seçenek D800. Yeter ki RAW çekin :)
- Renk tonlaması ve renkleri doğru oluşturması: Bir önceki maddenin en sonunda "Yeter ki RAW çekin" dedim, sebebi renkler. D800'ün JPEGlerindeki renkleri bir türlü sevemedim. Bir mor-macenta etkisi var, ya da bazen yeşile çalıyor. RAW çekerseniz sorun yok. Varsayılan ayarlarda 5DMarkIII'ün JPEGleri bana göre daha doğru renkler veriyor ve otomatik beyaz ayarı çok daha iyi. Biraz ışıklar karıştığı zaman D800'deki ten renkleri garip bir yeşile dönüyor, 5DMarkIII karışık ışık altında ten renklerini daha iyi veriyor (JPEG tabii ki).
- Menü sistemi ve özellikler: Canon'un menü sistemi çok daha iyi, hiç tartışmasız. Nikon hala tarihi eser tren modeli menü sistemini uyguluyor, birçok ayara ulaşmak için sayfalarca aşağı inmek gerekiyor. Canon'da her menü tek bir sayfa. Bunun dışında ek özellikler konusunda çok fark yok, ikisinin de farklı üstünlükleri var.
- Markaya duygusal bağınız: En önemli etkenlerden biri, siz inkar etseniz de.
- Elindeki ekipman: Örneğin elinde 7 Nikon objektifin varsa sistem değiştirmek kolay değil.
- Çevre baskısı: :) Doğruya doğru. Aslında ikisi de canavar alet ama çevrenizdeki insanlar hala "fotoğraf Nikon'la çekilir" mantığından kurtulamadıysa onlarla ters düşmek istemeyebilirsiniz.
- Genel kullanım keyfi: Bu konuda Canon 5DMarkIII'ü tercih ederim. Alet kesinlikle "sen fotoğraf çek, ben gerisini hallederim" mantığında. Ne bir yavaşlama, ne "çekmem abi" diye itiraz etme var. D800 de kötü değil, hatta piyasada iyi örneklerden biri ama Canon çok daha iyi. Ele oturuşu, seriliği, perde sesi... Kısaca bahsedeyim:
1) Perde sesi ve titreşimi daha az. Ek olarak bir de sessiz modu var ki 5DMarkIII bu modda neredeyse kompakt makine kadar ses çıkarıyor ve perde titreşimi minimum oluyor. D800'ün sessiz modu 5DMarkII'den aşırma ve bence etkisiz.
2) Canlı önizleme konusunda Canon hala daha başarılı. Normal çekimden canlı önizlemeye geçiş daha yumuşak ve canlı önizleme sırasında çekim yapınca 5DMarkIII çok daha sessiz ve az titreşimli, Nikon D800'de hala bu işi çözememiş bence. Büyük dert değil tabi ama gene de "kullanım zevki" kategorisinde artı puan.
3) Çekim hızları arasında fark var. D800 de farklı metodlarla 5 ve 6 çekim yapabiliyor, buna rağmen önemli bir fark var: 5DMarkIII'ün tampon belleği çok çabuk boşalıyor ve karta çooook daha hızlı yazabiliyor! Farklı hızlarda Sandisk, Lexar ve Kingston CD ve SD kartlarla denedim, 5DMarkIII her durumda tampon belleği daha hızlı boşaltıp karta yazmayı daha çabuk bitiriyor ve bu fark bazen iki kata kadar çıkıyor! Bunu denemek için şunu denedim: İki makinede de tampon bellek dolana kadar RAW+JPEG çekim yaptım ve karta yazma ışığının söndüğü zamanı ölçtüm. D800 15 saniyede yazmayı bitirirken 5DMarkIII 7 saniyede, D800 25 saniyede yazmayı bitirirken 5DMarkIII 14 saniyede yazmayı bitirdi. Dosya boyutları arasındaki fark bir sebep olabilir mi? Olabilir, ya da olmayabilir. Her durumda Canon daha çabuk hazır hale geliyor, önemli olan bu. Benzer bir fark 1Dx ve D4 arasında da var, belki Canon'un kart kontrolcüsü daha hızlıdır bilemiyorum.
4) Aynı kartlarla yaptığım denemelerde, 5DMarkIII ekranda fotoğraflar arasında daha hızlı geçiş yapıyor. D800'ün ekranda fotoğrafı oluşturma hızı biraz daha yavaş ve bazen iki imaj arasında geçiş yaparken zorlanıyor gibi oluyor. Gene dosya boyutu farkı sebep olabilir. Sebep ne olursa olsun 5DMarkIII "daha seri" izlenimi veriyor.
5) 5DMarkIII'te fotoğrafları tam ekran sığdırabiliyorsunuz, D800'de ekranın bir tarafı mutlaka siyah kalıyor çünkü D800'deki LCD'nin oranı 3:2 değil. Ufak bir detay olsa da ben sürekli farkediyorum.
6) Nadiren de olsa D800 üzerindeki flaş faydalı oluyor. Özellikle ters ışıkta çok faydalı. Canon bari kompakt makinelerindeki gibi bir flaş koysaymış :)
7) D800'deki otomatik ISO çok daha gelişmiş. 5DMarkIII'e bu özellik neden gelmiyor anlamadım. Son çıkan yazılımla gelebilirdi örneğin.
8) 5DMarkIII'ün C1, C2, C3 sistemi Nikon'un rezil (kusura bakmayın ama öyle) "Custom Settings Banks" yönteminden çok daha üstün ve kullanımı kolay.
SONUÇ
Sonuç yok tabii ki. Aralarındaki en iyisi Canikon 5D800. Böyle bir makine olsa, aaah keşke olsa...
Şunu da tekrar hatırlatmakta fayda var: Bu basit karşılaştırmada objektif ve flaş sistemlerini dikkate almadım. Bunlar da işin içine girince seçim kriterleri biraz daha kompleks hale geliyor.
Canon 5DMarkIII incelemesi yapmayı düşünüyordum ama bu aralar çok meşgulüm, tahminen yaza uzayacak bu iş. Bu yüzden aradaki farkları ve kullanım tecrübemi yavaş yavaş yazmayı uygun buldum.
Ama önce şu sayfadan güzel bir öykü:
Boş zamanlarında etraftaki köyleri yaya olarak dolaşır, bundan büyük bir zevk alırdı. Biraz önce geldiği köy sanki terk edilmiş gibiydi. İn cin top oynuyordu. Birini bulup sebebini öğrenecek hem de bundan sonraki köyün yolu hakkında biraz bilgi alacaktı..
Köyün içinde biraz yürüdü, caminin yanına gelince bir yaşlı gördü. Güneşe karşı, duvarın dibine çökmüş, sırtını caminin duvarına dayamış, yola bir şeyler yazmak istiyormuş gibi elindeki çomakla önündeki toprağa çizgiler çiziyor hem de güneşleniyordu. Uzun, beyaz sakallarıyla yaşı seksenin üstünde gösteriyordu. Yüzündeki durgunluk ve aldırmazlıktan, bu dünyada onca yıl boşuna yaşamadığı anlaşılıyordu. Gezgin, İhtiyarın karşısına dikildi, selamlaştıktan sonra köyün neden bom boş olduğunu sordu:
İhtiyar:
“Bütün köy halkı, çoluk çocuk ağanın imecesine gittiler. Akşama gelirler.” dedi
“Ya, öyle mi? Peki, ben Mandalı köyüne gitmek istiyorum kaç saat çeker buradan?
İhtiyarın cevabı:
“Sen yoluna yürü bakalım.”
Gezgin, İhtiyarın onu iyi anlamadığını düşünerek üsteledi:
“Amca , Mandalı köyüne kaç saatte gidebilirim, onu sordum sana!”
Cevap gene aynı:
“Sen yoluna bi' yürü bakalım…
Gezgin, ihtiyarın bilgi vermek istemediğini düşündü, kızarak kendi kendine konuştu; “Ulan burada köyün bunağıyla mı uğraşacağım,” diyerek adımlarını açtı. Elli metre uzaklaşmıştı ki, ihtiyarın seslendiğini duydu:
“İki buçuk saatte gidersin!”
“Çattık belaya!” dedi kendi kendine gezgin. İhtiyara doğru döndü:
“E, amca! Deminden beri ben de sana onu soruyordum, madem biliyordun neden o zaman söylemedin?”
İhtiyarın cevabı oldukça bilgeceydi:
“Oğlum ben senin yürüyüşünü görmeden, Mandalı’ya kaç saatte gideceğini nasıl bilebilirdim?..
"Yürü de boyunu görelim" :) Yalan mı? Senin ne olduğunu, neyi nasıl yaptığını bilmeden "şunu al" diyebilir miyim?
Evet, hangisini seçelim? D800 mü 5DMarkIII mü?
Nikon D800 incelemesinde bunun cevabını tam verememiştim. Hangisini seçmek lazım? Basit düşünürsek en iyisi şu: ......................
Gene cevabım yok. Değişkenler sınırsız. Basit düşünmek bana komik geliyor. Bilmemkaç bin TL harcayacaksın ve seçim yaparken basit düşüneceksin öyle mi? "Olum dinamik aralık 36MP mükemmel, D800 al hemen".
Canon ve Nikon sisteminin objektif ve flaş çeşitliliği gibi farklarını göz ardı edersek, sizin için aşağıdakilerden hangisi önemli?
- Ergonomi: Eline oturuşu; düğmelerin yeri ve tepkisi; kart, bağlantı ve pil kapaklarının yerleri ve sağlamlığı. Bu konuda 5DMarkIII daha iyi geliyor bana. 5DMarkII'ye göre 3-5 adım ileride ve D800'den bile daha iyi. Makineyi tek elle taşırken ya da ağır bir objektif takılıyken 5DMarkIII kesinlikle çok daha rahat. MarkIII'te başparmağa gelen bölgedeki çıkıntı inanılmaz faydalı olmuş.
Ok ile gösterdiğim bölgede baş parmağa gelen bir çıkıntı var. Bu çıkıntı bazı makinelerde süsü olsun diye konuyor ama 5DMarkIII'te ciddi yüksek, bu sayede makinenin tutuşu rahatlaşıyor. |
5DMarkIII'ün (sağda) başparmağa gelen kısmındaki çıkıntıya dikkat |
Benzer bir çıkıntı Olympus OM-D'de de var. |
Canon'un düğmeleri de bence daha doğru yerlerde. Nikon hala önemli ayarların düğmelerini sol-üste koymakta inat ediyor. Tercih meselesi, siz öyle seviyor olabilirsiniz.
- Çok piksel: 36 mı büyük 22 mi? Yani :) Çok piksele ihtiyacınız varsa D800 tabii ki. Peki ihtiyacınız var mı?
- ISO 25,600'de nasıl davrandığı: Sürekli çok düşük ışıkta çekim yapıyorsan. Bu konuda kararsızım. JPEG çekiyorsan kesinlikle 5DMarkIII, RAWlarda da MarkIII biraz daha iyi gibi olsa da sahneye göre D800 daha iyi olabiliyor (36-22MP farkından). Herşeyi topladığım zaman 5DMarkIII önde gibi.
- Pozlama telafilerine karşı dayanıklılığı: Manzara gibi gölge-parlak bölge karışık bir sahne çekiyorsan tonları açma-kapama işlerini çok yapıyor olabilirsin. Doğal düğün çekimi gibi (düğün sırasında ya da önceki hazırlıklar sırasında) ışığı kontrol edemediğin durumlarda da ışığa bölgesel ya da global müdahaleler yapmak zorunda kalabilirsin. Bu durumda algılayıcının performansı ön planda ve D800'ün algılayıcısı ISO1600'ün altında çok daha iyi. Kardeşimin düğün çekimlerinde bunu daha iyi anladım. 5DMarkIII'ü kullanması daha zevkli ve daha seri, buna rağmen düşük pozlamayla çektiğim fotoğrafları yaklaşık 2 stop açtığım zaman D800 inanılmaz bir şekilde bana mısın demedi. Büyülü bu alet yahu :) 5DMarkIII de MarkII'ye göre çok ileride olmasına rağmen kesinlikle D800'ün gerisinde. MarkIII'te 2 durak açtığınız fotoğraflarda gölgelerdeki kumlanmayı görebiliyorsunuz, D800'de aynı derecede kumlanmayı görmek için 4-5 durak pozlama telafisi uygulamanız lazım.
- Pozlama sistemi: Noktasal ölçümü odak noktasında mı istiyorsun? Canon'da bu özellik yok, sadece orta noktada nokta ölçüm var. Matrix ölçümde pozlama belirlenirken odak noktasına fazla önem verilmesi de bazen Nikon tarafında sıkıntı (hele ortamda yüz varsa ve senin amacın portre değilse), bu durumda Canon biraz daha çekici. Ama şimdiden söyleyebilirim ki iki makinenin de pozlama sistemi çok iyi, yeter ki nasıl davrandığını anlayın.
- JPEG performansı: RAW işlemeye zamanın yok mu? O zaman JPEG performansına bakacaksın. İki makinenin de farklı karakteristikleri var. Örneğin D800'de beyaz ayarı ve renk tonlarını doğru alabilmek için biraz uğraşmak gerekiyor (son çıkan A:1.01 / B:1.02 yazılımlarını henüz kurmadım), ama D800'ün JPEGleri ISO1000 ve altında biraz daha detay veriyor gibi. Yüksek ISO'da 5DMarkIII kesinlikle daha iyi. Ayrıca beyaz ayarı Canon tarafında çok daha doğru ve tutarlı. Ten tonlarında da Canon'u seviyorum. Canon Picture Style ya da Nikon Picture Controls ile oynayıp çok farklı tonlar yakalamak mümkün, bunu da unutmamak lazım. Her kombinasyonu denemediğim için "şu daha iyidir" diyemiyorum, sadece varsayılan JPEG profillerine baktığım zaman renk tonlarında Canon'u daha çok beğendim. Buna karşılık, biraz önce dediğim gibi, düşük ISOlarda D800 hem daha fazla detay veriyor hem de parlak bölgeleri daha iyi koruyor (ve Nikon'un D-Lighting özelliği hala piyasanın en iyisi).
- Odaklama sistemi ve performansı: 5DMarkII'den de şikayet etmemiştim çünkü uçan kaçan şeyleri çok çekmiyordum. Orta noktadan odak yapmaya alışmış ben, 5DMarkIII'e geçince şımardım :) D700 de çok iyiydi, nedense MarkIII bana daha iyi gibi geliyor. 61-51 nokta arasında fark yok, sadece 5DMarkIII biraz daha atak gibi. Bir de 5DMarkIII'ün odaklama senaryolarını seçebilmeyi sevdim. Benzer ayarlar D800'de de olsa da menülerden bu ayarları yapmak biraz daha uzun ve sıkıcı olabiliyor. 5DMarkIII'te "balerin" ya da "bisikletçi" gibi farklı senaryolar için ön tanımlı ayarlar var. İsterseniz bu ayarları da özelleştşrebiliyorsunuz. Şimdilik D800 mü 5DMarkIII mü daha iyidir diye bir karara varamadım, sadece diyorum ki Canon bu sınıfta Nikon'u yakalamış hatta belki de geçmiş. Nikon'un bir üstünlüğü var: Çoklu odak noktası seçiliyken D800 portrelerde yüzü tanıyıp anında göze odaklanıyor, 5DMarkIII bu kadar başarılı değil. Buna rağmen "D800 mü 5DMarkIII mü?" sorusunun cevabı odak sistemine bağlı değil.
- Gövde sağlamlığı: Eşit derim ben. D800'ün dandik kapaklarını saymazsak ikisi de bayağı sağlam duruyor. Gene de "sağlamlık" kriteri 3-5 ayda anlaşılabilecek birşey değil, 3-5 sene sonra gene sorarsınız :) "Çok sağlam, taş gibi" dediğimiz D700'ün dış yüzeyindeki plastikler dökülebiliyor örneğin, yapışkanla ilgili müzmin bir sorunu var. "Bu yetmez, en sağlamı olsun" diyenler zaten Nikon D4 ya da Canon 1Dx alsın.
- Dinamik aralık: ISO1600 ve altında D800, ISO1600'ün üzerinde 5DMarkIII. Peki çok fark var mı? Dikkatli ve disiplinli bir çekim tekniğiniz varsa iki makine de sizi memnun eder. Düşük ISOlarda D800'ün bir miktar üstünlüğü var, özellikle gölgelerde bu çok bariz. ISO6400 gibi değerlerde de 5DMarkIII biraz daha iyi. Manzara ya da benzeri yüksek dinamik aralık gerektiren şeyler çekiyorsanız yüksek ISO kullanmayacaksınız demektir ve bu durumda en iyi seçenek D800. Yeter ki RAW çekin :)
- Renk tonlaması ve renkleri doğru oluşturması: Bir önceki maddenin en sonunda "Yeter ki RAW çekin" dedim, sebebi renkler. D800'ün JPEGlerindeki renkleri bir türlü sevemedim. Bir mor-macenta etkisi var, ya da bazen yeşile çalıyor. RAW çekerseniz sorun yok. Varsayılan ayarlarda 5DMarkIII'ün JPEGleri bana göre daha doğru renkler veriyor ve otomatik beyaz ayarı çok daha iyi. Biraz ışıklar karıştığı zaman D800'deki ten renkleri garip bir yeşile dönüyor, 5DMarkIII karışık ışık altında ten renklerini daha iyi veriyor (JPEG tabii ki).
- Menü sistemi ve özellikler: Canon'un menü sistemi çok daha iyi, hiç tartışmasız. Nikon hala tarihi eser tren modeli menü sistemini uyguluyor, birçok ayara ulaşmak için sayfalarca aşağı inmek gerekiyor. Canon'da her menü tek bir sayfa. Bunun dışında ek özellikler konusunda çok fark yok, ikisinin de farklı üstünlükleri var.
- Markaya duygusal bağınız: En önemli etkenlerden biri, siz inkar etseniz de.
- Elindeki ekipman: Örneğin elinde 7 Nikon objektifin varsa sistem değiştirmek kolay değil.
- Çevre baskısı: :) Doğruya doğru. Aslında ikisi de canavar alet ama çevrenizdeki insanlar hala "fotoğraf Nikon'la çekilir" mantığından kurtulamadıysa onlarla ters düşmek istemeyebilirsiniz.
- Genel kullanım keyfi: Bu konuda Canon 5DMarkIII'ü tercih ederim. Alet kesinlikle "sen fotoğraf çek, ben gerisini hallederim" mantığında. Ne bir yavaşlama, ne "çekmem abi" diye itiraz etme var. D800 de kötü değil, hatta piyasada iyi örneklerden biri ama Canon çok daha iyi. Ele oturuşu, seriliği, perde sesi... Kısaca bahsedeyim:
1) Perde sesi ve titreşimi daha az. Ek olarak bir de sessiz modu var ki 5DMarkIII bu modda neredeyse kompakt makine kadar ses çıkarıyor ve perde titreşimi minimum oluyor. D800'ün sessiz modu 5DMarkII'den aşırma ve bence etkisiz.
2) Canlı önizleme konusunda Canon hala daha başarılı. Normal çekimden canlı önizlemeye geçiş daha yumuşak ve canlı önizleme sırasında çekim yapınca 5DMarkIII çok daha sessiz ve az titreşimli, Nikon D800'de hala bu işi çözememiş bence. Büyük dert değil tabi ama gene de "kullanım zevki" kategorisinde artı puan.
3) Çekim hızları arasında fark var. D800 de farklı metodlarla 5 ve 6 çekim yapabiliyor, buna rağmen önemli bir fark var: 5DMarkIII'ün tampon belleği çok çabuk boşalıyor ve karta çooook daha hızlı yazabiliyor! Farklı hızlarda Sandisk, Lexar ve Kingston CD ve SD kartlarla denedim, 5DMarkIII her durumda tampon belleği daha hızlı boşaltıp karta yazmayı daha çabuk bitiriyor ve bu fark bazen iki kata kadar çıkıyor! Bunu denemek için şunu denedim: İki makinede de tampon bellek dolana kadar RAW+JPEG çekim yaptım ve karta yazma ışığının söndüğü zamanı ölçtüm. D800 15 saniyede yazmayı bitirirken 5DMarkIII 7 saniyede, D800 25 saniyede yazmayı bitirirken 5DMarkIII 14 saniyede yazmayı bitirdi. Dosya boyutları arasındaki fark bir sebep olabilir mi? Olabilir, ya da olmayabilir. Her durumda Canon daha çabuk hazır hale geliyor, önemli olan bu. Benzer bir fark 1Dx ve D4 arasında da var, belki Canon'un kart kontrolcüsü daha hızlıdır bilemiyorum.
4) Aynı kartlarla yaptığım denemelerde, 5DMarkIII ekranda fotoğraflar arasında daha hızlı geçiş yapıyor. D800'ün ekranda fotoğrafı oluşturma hızı biraz daha yavaş ve bazen iki imaj arasında geçiş yaparken zorlanıyor gibi oluyor. Gene dosya boyutu farkı sebep olabilir. Sebep ne olursa olsun 5DMarkIII "daha seri" izlenimi veriyor.
5) 5DMarkIII'te fotoğrafları tam ekran sığdırabiliyorsunuz, D800'de ekranın bir tarafı mutlaka siyah kalıyor çünkü D800'deki LCD'nin oranı 3:2 değil. Ufak bir detay olsa da ben sürekli farkediyorum.
6) Nadiren de olsa D800 üzerindeki flaş faydalı oluyor. Özellikle ters ışıkta çok faydalı. Canon bari kompakt makinelerindeki gibi bir flaş koysaymış :)
7) D800'deki otomatik ISO çok daha gelişmiş. 5DMarkIII'e bu özellik neden gelmiyor anlamadım. Son çıkan yazılımla gelebilirdi örneğin.
8) 5DMarkIII'ün C1, C2, C3 sistemi Nikon'un rezil (kusura bakmayın ama öyle) "Custom Settings Banks" yönteminden çok daha üstün ve kullanımı kolay.
SONUÇ
Sonuç yok tabii ki. Aralarındaki en iyisi Canikon 5D800. Böyle bir makine olsa, aaah keşke olsa...
Şunu da tekrar hatırlatmakta fayda var: Bu basit karşılaştırmada objektif ve flaş sistemlerini dikkate almadım. Bunlar da işin içine girince seçim kriterleri biraz daha kompleks hale geliyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)