TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
D800 alalı 3 ay civarı oldu, hala adam gibi bir inceleme yazısı hazırlayamadım. İş-güç derken bir türlü olmadı gitti. Bu arada elimdeki Canon 550D de kayınçoya gitti (5DMarkII'den sonra), böylece Canon gövde kalmadı elimde.
D800 zaten manzara-makro için iyi, Canon tarafında da seri bir makinem olsun istedim. 7D hala çok iyi olsa da 7DMarkII dedikoduları arttı. Onu beklerken uygun fiyata ikinci el, hem de dükkan garantili 1DMark IV buldum. Telefonda tax-free alabileceğimi söylediler, dükkana gidince "pardon kullanılmış olunca tax-free olmuyormuş" dediler. 5DMarkIII'e bakayım dedim pahalı geldi. Dayanamayıp hazır oradayken ve hanımdan izin almışken 6D ve Tamron 24-70mm f2.8 VC aldım :)
Çok zamanım yok, 2 günlük izlenimlerimi kısaca yazmak gerekirse:
- IPhone'dan makineyi kontrol etmek, fotoğraflara bakmak ve paylaşmak çok rahat. Keşke iki parmakla yaklaşma gibi cambazlıklar da olsaymış. GPS denemedim.
- Deklanşör sesi çok az. 60D gibi birşey. Sessiz tekli ve seri çekim modları var ki ben çok beğendim. Alet inanılmaz sessiz oluyor. Kardeşimin düğününde çok faydalı olacak. D800 (D700'den daha sessiz olsa da) hala sesli bir makine ve sessiz modu anca 6D'nin normal modu kadar ses yapıyor. Canon'un bu özelliği daha çok ön plana çıkarması lazım.
- Yüksek ISO harika. Canon'un yüksek ISO JPEG performansı çok gelişmiş. ISO6400, 12800 bana mısın demiyor. 5DMarkII'nin JPEG sorunları, banding vs.. tamamen gitmiş. Renkler yerli yerinde, detaylar da çok kaybolmuyor. Hiç korkmadan ISO6400'de çekebilirim, ISO12800 bile kabul edilebilir. Hatta otomatik ISO ayarının maksimum değerini 25.600'e getirdim. Canon'un "5DMarkII'den 2 stop daha iyi" iddiası JPEGler için kesinlikle doğru. RAWları karıştırmak için zamanım olmadı henüz.
- Karanlık odada, 3 metre uzaktaki nesneyi gözüm seçemezken 6D + 50mm f1.2L ile çekim yapabiliyorum! Elde ISO25600 1/60 f1.2 çekim yaptım ki bunu becerebilecek çok makine yok. D800 + 50mm f1.4G de benzer sonuç verdi. Ardarda 10 çekimde D800 8 defa odağı yakalarken 6D her seferinde doğru odakladı. Orta noktayı kullanmaya alışık olduğum için diğer noktalara bakmadım.
- 5DMarkII'ye göre çok hafif ama tutuşu zor gelmedi. Kontrollerin sağ tarafa toplanması harika çünkü sol eli objektiften çekmek zorunda kalmadan herşeyi sağ elle yapabiliyorsun. Keşke üst taraftaki kontroller tek yerine çift fonksiyonlu olsaymış (5DMarkII, 7D, 5DMarkIII ve 50D'de bunlar çift fonksiyonlu).
- Q modunu kullanmak kolay ama beyaz ayarına doğrudan ulaşamıyorsun, Q menüsünü kullanmak gerek. Alışırsam çok da sorun olmaz sanıyorum çünkü otomatik beyaz ayarı çok iyi. Özellikle ten tonlari D800'den daha iyi gibi geldi (JPEG'de). Tabi daha denemem lazım.
- Tamron iyi, hatta çok iyi. İlk gece evde loş odada denemelerimde odak hatası yaptı bazen. İlk başta gövde-objektif uyumsuzluğu var sanıp microadjustment karıştırdım ama gündüz çekimlerinde hiç sorun olmadı, son derece hızlı ve sorunsuz odaklıyor. VC sistemi Canon IS'ten daha iyi değil. IS hemen devreye girerken VC'nin devreye girmesi biraz zaman alıyor. Nikon 28-300mm VR gibi hissettim, onda da VR hemen devreye girmiyor nedense. VC çalışınca faydalı. Keskinliği ve kontrastı iyi, malzeme kalitesi iyi sayılır (Nikon 28-300mm ayarında diyebilirim). Canon 24-70mm f4 L IS almayı düşünmüştüm ama sonradan f2.8 tercih ettim. Tam kare algılayıcı + 70mm + f2.8 portre için iyi sayılır (f1.8 ya da f1.4 objektifler kadar olmasa da).
- 6D'nin malzeme kalitesi idare eder. Kesinlikle kötü değil (oyuncak gibi diyenler hiç oyuncak görmemiş). 5DMarkIII biraz daha tok gibime geldi. Canon'a göre 5DMarkIII ile aynı seviyede nem-toz koruması var. Nedense D800'e daha çok güveniyorum bu konuda, tabi bu denemeyle ortaya çıkmış bir fikir değil tamamen duygusal :)
- Canon 50mm f1.2L ile odaklama hızı iyi sayılır. Bu 50mm zaten hız manyağı değil. Şimdiye kadar odak hatası göremedim, f1.2'de bile 1-2 sefer dışında doğru odakladı. 200mm f2.8L ile yıldırım gibi! 550D bu kadar hızlı değildi (ki o da hızlı sayılır), 6D + 200mm f2.8L ikilisi 5DMarkII + 24-105mm f4 L IS'ten daha hızlı odaklıyor. Canlı önizleme sırasında bile beklediğimden hızlı (Tamron bu kadar hızlı değil örneğin). Yanımdan geçen arabaları takip etmede zorlanmadı. Etrafta kuş bulamadım, hafta sonu sahile gidersem biraz martı kovalarım :) Bu 200mm f2.8 L aynı zamanda iyi bir portre objektifi. Pek kullanmamıştım ama 6D ile daha fazla zaman harcarım gibime geliyor. Elimdeki Nikon objektifler bu kadar hızlı odaklamıyor (24-70mm ve 70-200mm gibi profesyonel objektiflerin daha iyi olduğunu biliyorum ama elimde bunlar yok). Tamron'un odaklama hızı da iyi.
- Canon'un menü sistemi hala Nikon'dan daha iyi. Her menü tek bir sayfa, yani tüm ayarları aşağı inmeden görebiliyorsun. Bu şekilde daha fazla sayfa oluyor ama sayfalar arası geçiş yapmak daha kolay.
- Gene de... Nikon D800 varken 6D gereksiz gibime geldi. Bugün geri verip 7DMarkII bekleyeceğim galiba...
EK: 6D'yi geri verdim, 7DMarkII'yi bekliyorum...
Düşün! Tartış! İtiraz et! Eleştir! Tebrik et! Oku! Dinle! Sor! Anlat! Öğret! Yani biraz koyundan farklı ol! Senin gibi düşünmeyene saygı duy. Halka hakaret etme! Halkın cahil kalması halkın değil hükümetlerin suçu!
22 Şub 2013
6 Şub 2013
TV alma macerası
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
Zaman hızlı akıyor. Hatta belki aşırı hızlı akıyor. Hala abimle "ama geçen sefer kanalı ben değiştirmiştim" tartışması yaptığımızı hatırlarım. ITT Schaub Lorenz televizyonumuzun 8 kanalı vardı ve uzaktan kumandası yoktu. Sürekli git-gel kanal değiştir yapmak zorundaydık. Allahtan çok kanal yoktu :)
Sonra dedem nasıl yaptıysa kontrol panelini değiştirip televizyona bir kumanda taktı! Nasıl mutluyuz nasıl mutluyuz anlatamam.
Bir-iki ufak televizyonumuz daha oldu. Neden ufak televizyonumuz vardı hatırlamıyorum, belki erkeklerin elektroniğe merakındandır (dedem bayağı ilgiliydi bu konularla).
Neyse, sonra bir Arçelik televizyonumuz oldu, sonra Beko. 1999 depreminde Beko televizyonumuz yere düşüp kırıldı, servisin bedavaya onardığını hatırlıyorum. Aslında o dönemlerde kullandığımız Arçelik TV ve çamaşır makinelerimiz taş gibi sağlam çıktı. Annemin evinde hala eski Beko TV durur.
2008 civarına kadar büyük düz kare ekran (LCD, plazma vs..) kullanmadım. Gerek duymadım çünkü çok televizyon seyreden biri değilim. Seyredersem de belgesel ya da haber (bu cevap tanıdık geldi mi?). Türkçe seslendirmeli filmlerdeki seslendirmele çok kötüleşti o yüzden TV'de yabancı film izlemez oldum. Malum dizi furyası, Acun tipi yarışmalar ve magazin programları derken televizyon bana haram oldu. Onun yerine HP Dragon serisi 20" bir dizüstü aldık (HP HDX bilmemne). "Dizüstü" diyorum ama bu aleti dizinin üstünde kullanmak deli saçması. Sanıyorum sadece kendisi 7 kilo civarı. Bir abim Ankara'dan alıp ofise getirdiğinde ofiste "Ertan birşey almış ama anlamadım" fısıltıları gezmeye başladı :)
Bu alet Arnavutluk dağlarında bayağı işe yaradı. 20" dediğin şey bizim eski Arçelik'ten büyük! Ayrıca yakınına koyup seyrettiğin için 20" ekranda film seyretmenin keyfi bambaşka. 4 Altec Lansing hoparlör, TV alıcısı, uzaktan kumanda, tonla kısa yol tuşu vs.. Kiraladığımız evde bir CRT TV var ama Arnavut kanallarını pek seyretmiyoruz. Bu ev bir köyde ve köydeki kiralık ev durumu pek zengin değil. Pencerelerden ve hatta duvarlardan (ister inan ister inanma) rüzgar girdiği için ve ısınma elektrikle olduğu için (fatura kol gibi) salonda değil yatak odasında oturuyoruz, bu yüzden HP bayağı işimize yaradı. Ayrıca zorda kaldığında taşımak PC taşımaktan çok daha kolay (beyefendiye ayrı bavul aldık taşımak için).
Sonra bir şekilde 42" LG plazma geçti elime! Vay anam vay. Acaip birşey kardeşim! Şantiyede daha büyük televizyonlar var elbet ama evde olması ayrı birşey :) FullHD değil ama kontrast ve büyüklük hoşuma gitti. PS3 aldık hemencik, büyük TV var kullanalım di mi ama :)
Kosova'dan ayrılınca (arada Kosova'ya geçtik) televizyonu Türkiye'ye götürdük orada kaldı. Norveç'e koca aleti getirmeyelim dedik. Borca girip yeni bir ev aldık, yeni eve yeni TV lazım. Lazım ama...
"Ne alsak?" sorusunun cevabı kolay değil. 100 çeşit teknoloji, 2500 model TV var. 40", 42", 47", 50", 52", 55", 60", 65", 75". Bitti mi? Yok. LED, plazma, yandan aydınlatmalı (EDGE-LIT) LED, dinamik yandan aydınlatmalı LED, Edge+ LED, FULL LED, arkadan aydınlatmalı (back-lit) LED... Kontrast oranı var, siyahın derinliği var, görüş açısı, parlaklık oranı, ekranın yansıması, bağlantılar, renkleri doğru verip vermediği, hoparlörler, 3-boyut teknolojisi (aktif mi pasif mi? Homoseksüel ilişkiden bahsediyoruz sanki...), crosstalk, tazeleme oranı (oh be, bilgisayarlardan bunu az çok biliyorum), internet tarayıcısı Flash destekliyor mu (oha!), Smart TV, tabletten görüntü aktarıyor mu, çerçeveli mi isteriz çerçevesiz mi vs..
Uzuuuun süre bunları araştırdık. En sonunda 55" bir Samsung'a karar kıldık. Yanında 7" tablet de veriyor, dükkanda güzel duruyor, görüntü kalitesi hoşumuza gitti vs.. Satıcı da önerdi, iyidir güzeldir dedi. Burada Norveçli satıcılar çok çakal değil, gördüğüm kadarıyla çoğu konuda bilgili ve sana birşeyleri kakalamaya çalışmıyorlar. Amcaya güvendik.
Türkiye'ye izne gideceğimizden alımı Ocak ayına bıraktık. Ocak ayında eve daha yakın bir mağazaya gittik ve Samsung'u alacağımızı söyledik. Satış görevlisi kız Norveçli değil, tahminen Filipinli. Şiddetle itiraz etti! "Aman ne yapıyorsunuz o kadar para buna verilir mi bak burada LG var bu daha iyi" dedi! Neler anlatıyor neler! Efendim LG IPS panelliymiş, görüş açısı beş takarmış, istediğin tableti bağlarmışsın, aynı paraya daha fazla değer alacakmışım, kumandası süpermiş, interneti hipermiş, uygulamaları insan üstüymüş vs.. "Herhalde kızın bir bildiği var, bu kadar ateşli olduğuna göre" dedim. Yalnız son sorum: Ben bununla film seyredeceğim ve oyun oynayacağım, bu aletlerde tazeleme sorunu olur mu? Hayalet efekti (ghosting) falan olmasın?". Kız gene heyecanlı heyecanlı LG'nin bu sorunu nasıl hallettiğinden, inanılmaz süper görüntü teknolojisinden bahsetti. "Merak etmeyin, bu paraya daha iyisi yok" dedi.
Aldık. LG 55LM6700. Eve geldi. Kutu dev gibi. Renkli, cicili bicili falan. Televizyonu açtık kurduk. Alet ağır, ayaklarına 8 vida monte ediyorsun.
Neyse, televizyonu açtık. Vay anam vay. Bu alet cidden iyi yahu! Renkler, kontrast, parlaklık... İnanılmaz. Normal TV kanalları daha iyi görünüyor :) Bir-iki film denedim, güzel. PS3-XBOX360 taktık onlar da süper. Uygulama merkezi çok hızlı çalışıyor. Netflix, Youtube, CNBC, Euronews... Yok yok. İnternet tarayıcısı biraz yavaş ve Flash desteği pek iyi değil ama idare ediyor. İkinci uzaktan kumanda Wii'nin kumandası gibi, kullanımı da çok rahat. 3 boyut desteği pasif, TV'nin yanında 5 tane gözlük geliyor (bazı yerlerde 6'ymış). Crosstalk denen şey yok, yalnız benim sağ ve sol gözüm arasında numara farkı çok olduğu için görüntü biraz bulanık gibi. Eşim çok beğendi, "gözlüğümü takar seyrederim" dedim, boşverdim. "Siyah derinliği iyi değil" diye yazıyordu incelemeler, ben sorun hissetmedim. Ses kalitesi de çok iyiydi, baslar ve çevresel ses efektlerini beğendim.
Teknik özellikler şöyle: Kenardan aydınlatmalı ve lokal karartma özelliği (Edge-lit, local dimming), 55", DLNA destekli, dahili WiFi, 120 Hz panel, pasif 3 boyut desteği, 6 gözlük (bize 5 tane geldi), Smart TV (Flash destekli internet gezgini, Facebook-Youtube-Netflix vs.. tarzı uygulamalar vs..), 4 HDMI 3 USB LAN vs.. , az enerji tüketimi (bu boyuttakiler araında en iyilerinden), Dual Play (bazı oyunlarda 3-B gözlüklerini takarsanız iki kişi tam ekrana bakarak oynayabiliyor, yani ekranı ikiye bölmüyor. Ben kullanmadım ama kullanılışını gördüm ve iyi sayılırdı), birçok ön tanımlı görüntü ve ses ayarı.
Yani yok yok.
"Oh be" dedik. "Bizim de iyi bir TVmiz oldu." Büyük, parlak vs..
Taa ki... Taa ki daha fazla film seyretmeye başlayana kadar... Önce ilk Underworld'de kafaların etrafında pikseller görmeye başladım. Ama hayalet efekti (ghosting) değil, bariz siyah siyah pikseller. Genelde beyaz ya da parlak arka plan varken görünüyorlar. Sonra Minority Report'ta gördüm aynı etkiyi. Arka plan parlaksa ve oyuncunun kafası (ya da herhangi koyu renkli bir obje) orta hızda hareket ediyorsa etki çok barizdi. Hızlı ya da yavaş harekette hiçbir sorun yok. Ayrıca ön plandaki objenin (örneğin kafa) orta boyutlarda ya da büyük olması lazım, yani uzaktan çekimlerde de sorun yok. Televizyon seyrederken de sorun yok, dert HD yayınlarda.
Önce sorunun Netflix'te ve sıkıştırmasında ya da internet hızında olduğunu düşündüm. İnternet LAN'dan bağlıydı, aynı kabloyu PS3'e bağlayınca demoları indirmek yıldırım gibi olduğundan internet hızında sorun yok dedim (20MBit'te sorun olsa kafayı yerim zaten). Netflix'i XBOX360'ta denedim, aynı sonuç. Bir masaüstü ve iki dizüstünde denedim (kendi monitörlerinde), öyle bir sorun yok.
Sonra BluRay deneyelim dedim. PS3 en ucuz BluRay çalarlardan biri, ucuzundan Mamma Mia bulduk bir tane (2008, Meryl Streep). Allahım felaket! Bu film Yunan adalarının birinde geçiyor ve etraf tamamen parlak, yani bütün arka planlar beyaz ya da parlak mavi. Daha filmin başlangıcında kafayı yedirtecek kadar siyah piksel etkisi var! 6-7 dakika dayanamadım ve kapattım. Tam bir hafta boyunca ayarları karıştırdım (Tru motion, Local Dimming vs.. ne varsa), 15 civarı film-dizi denedim, LAN-WiFi denedim, yok yok. Sonra "ulan bir de incelemelere bakayım" dedim............................
Normalde inceleme okumadan ya da sağa sola sormadan elektronik eşya kesinlikle almam. Bu sefer taşınma derdi bilmemne derken aceleye geldi, bir de satış elemanına fazla güvenmişiz demek ki.
İlk incelemeyi açtım: "TV süper ama imaj kalitesi..."
Anam! Biz zaten imaj kalitesi için aldık?
İkinci inceleme: 3D çok iyi, bozulmalar olsa da. İnternet vs.. gibi Smart fonksiyonları çok iyi, tonla ayarı var, ses kalitesi üst seviyede, ama... Görüntüde bozulmalar oluyor".
Haydaaa, dakka iki gol iki.
Üçüncü inceleme: "Bu panel gerçek 120 Hz panel değil!"
Aha! İşte zurnanın zırt dediği yer! LG 60 Hz paneli alıp birkaç cambazlıkla 120Hz görüntüsü vermiş! Ve utanmadan diyorlar ki "önemli olan değerler değil izleyicinin algıladığıdır". Yani ben 200 Hz algılasam (nasıl olacaksa) televizyonu 200 Hz diye satacaklar!
60Hz'i 120Hz gibi göstermek için değişik teknikler kullanıyorlar ama gördüğüm kadarıyla filmlerde bazı sahnelerde bahsettiğim hatalara sebep oluyor. Oyunlarda ya da SD programlarda bu sorun yok (örneğin Netflix'te Hercule Poirret mükemmel seyrediliyor). Be adam, bari 120Hz yazma değil mi? Bu TV'nin LM7600 modeli gerçek 120 Hz imiş meğersem.
O an o kız yanımda olsa tahminen kaldırıp televizyona geçirirdim :) Kız zaten bit kadar birşey. Bu aletlere tonla para veriyorsun, memnun olmayacaksam neden tutayım evimde? Televizyon dediğin şey zırt diye elden çıkarılıp alınacak birşey değil ki, eşek ölüsü gibi bir alet, aldığın zaman yıllarca yerinde kalıyor.
GERİ VER YENİSİNİ AL
10 gün sonunda geri vermeye karar verdim. Dükkana gitmeden tam bir gece sabaha kadar televizyon incelemesi ve kullancı yorum okudum. Neredeyse bütün oklar P65VT50'ye varıyordu. Herkesin demesi, "işte en iyisi bu kardeşim al rahat et". İyi de 65" aleti nereye koyacam ve aleti almak için banka kredisi lazım :) 10.000 TL'ye geliyor alet.
Sonunda aldığım dükkana gittim o kızı bulup kavga etmek için :) ama başka bir görevli vardı. Yeni alıcıymışım gibi sorular sordum:
- Yeni bir TV almayı düşünüyorum, evdekinden memnun değilim. Oyun ve film konusunda yeterince hızlı olmalı, Netflix tarzı uygulamalar olmalı ve 55" olmalı.
- Tabi, işte size Panasonic TC-P55VT50. Bunu alın ve olayı bitirin. (benim beğendiğimin 55" modeli).
- Başka birşey önerir misiniz? Bu alet biraz pahalı geldi.
- Buradaki Samsung var mesela (ilk almaya karar verdiğimiz). Panasonic'ten biraz daha yavaştır ama sıkıntı yaratmaz. Fiyatı uygun ve yanında tablet de veriyor.
- Peki şuradaki LG nasıl? (aldığımız alet).
- O mu? ... O pek uygun olmaz. Biraz yavas bir alet ve hareketli görüntülerde sıkıntı yaratabiliyor. Şimdiye kadar 2 taneyi geri getirdiler benzer şikayetlerden.
- Hadi ya? Hmm... Bende de aynısı var aslında, ben de şikayetçiyim.
- Ne zaman aldınız?
- 10 gün.
- Bence geri verin bu Samsung ya da Panasonic'i alın. Nereden aldınız?
- Buradan.
- Hmmm..
- Bir çekik gözlü kız vardı ona ne oldu?
- Yılbaşı öncesi çok müşteri olduğu için o part-time çalışıyordu, yeni yılla beraber ayrıldı.
- Adresini versene şunun (yok bunu demedim tabi :) . Tamam, onu geri verip bu Panasonic'i almak istiyorum.
- Peki.
Norveç'te birçok mağazada böyle ürünleri 1 ay içinde geri verebiliyorsunuz.
Her neyse, LG'yi verdik geri, Panasonic 4-5 günde geldi.
Panasonic P55VT50
Kutusu bildiğin koli! Kahverengi karton. Nerede LG'nin mükemmel beyaz tasarımlı zarif kutusu, nerede Panasonic'in odun gibi kutusu. Ne aletin fotoğrafı var ne özellikleri. Sadece "kutuyu böyle açın böyle kurun" resimleri var. Dakka bir gol bir. Yeni bir facia mı yoksa?
Gene 8 vidayla ayağını sabitledik, kaldırdık koyduk sehpanın üzerine.
Oturma odamız boydan boya cam, yani güneş varsa salon da bayağı aydınlık oluyor (bu aralar buralarda güneş pek yok). LG ile bu hem sorundu hem değildi çünkü parlaklık oranı çok iyi ama camı çok yansıma yapıyordu. Panasonic'i ilk açtığımda LG'nin parlaklık farkını hemen anladım. Ne kadar ayar yaparsan yap bu plazma LG'nin parlaklığına ulaşamıyor, ama Panasonic'in camı çok az yansıma yapıyor ki bizim durumumuzda bu daha iyi.
İlk kurulum ekranı çıktı, dakika iki gol iki. LG'nin cicili bicili kurulum ekranları ve menülerinin yanında Panasonic'in menüleri mağara döneminden kalma gibi. Sanki analog cihaz yönetiyorsun. Neyse, TV ve ağ ayarlarını yaptıktan sonra Viera Connect denen Smart TV menüsüne girdik. Dakka üç gol üç.. Gene odun gibi bir menü, ve yavaş! LG'nin güzel görünüşlü ve yağ gibi kayan menülerinden eser yok. Lan yoksa yanlış mı yaptık gene?
Netflix'i çalıştırmak yarım saat aldı çünkü Netflix'in internet sitesine girip televizyonu tanıtmak gerekiyormuş. Onu beceremedik, Netflix'i resetledik tekrar giriş yaptık ve çalıştı.
Ve Underworld'ü açtık... Breh! Bu neymiş kardeşim böyle? Mükemmel! Kontrast, parlaklık (hafif loş odada), renkler... Yanyana LG ile karşılaştırmadım ama Panasonic kesinlikle çok daha iyi. Ön tanımlı modlardan Game modunu tercih ettim çünkü Movie modu bana biraz sönük gibi geldi. Herkesin tercihi farklı.
Sonra Minority Report: 10 numara. 3-4 HD film daha, bana mısın demiyor alet! Hiç takılma, hayalet efekti, parlama, bilmemne... Hiç bir sorun yok. Mamma Mia? Harika...
İnternet tarayıcısında Flash tabanlı filmleri seyredebiliyorsun ama birkaç sitede Flash çöktü, sonra denemedim. Youtube, Euronews vs.. gibi programlar sorunsuz. Netflix filmleri mükemmel.
Mesele şu ki, bu Panasonic plazma TV'de 2500 FFD denen bir sistem var. Panasonic'e göre bu alet 2500 Hz! Ortalama plazmalar 600 Hz, diğer markaların en üst modelleri 1600 Hz. Bu alet ve 65" lik modeli 2500 Hz. Çok denedim, hiçbir şekilde harekete bağlı bozulma görmedim.
Çift işlemcisi var. Anlatılana göre güzel birşeymiş :) Açık uygulamalar arasında geçiş yapabiliyorsun ve TV açıkken Skype'ı çalıştırabiliyorsun, ilginç...
3-B teknolojisi aktif olandan (yani üstte :) ). İki gözlük geldi yanında. 1 film denedim, beğendim. Açıkçası çok fazla denemedim, hafta sonuna bırakıyorum bu zevki :)
Kumandanın yanında bir de fare tarzı kontrolcüsü var. İdare eder ama ben genelde kumandayı kullanıyorum.
"Infinite Black Ultra" denen pikselleri en siyah yapmaya çalışan bir teknolojisi var. Normalde plazmalar LEDlerden farklı olarak pikselleri tam kapatabildiği için siyahlar daha iyi görünür. Bu TV'de piksellerin ısınması bir şekilde engellenerek ısıdan dolayı "gri" görünmelerinin de önüne geçilmiş. Ayrıca panelin önündeki filtre cam yansımaları engelliyor, böylece panelin kontrastı artarak siyahlar tam siyah oluyor. LG ile yanyana denemedim, hatırladığım kadarıyla bu Panasonic siyahları daha iyi veriyor. Benim için aman aman dert değil. Yeni LED TVlerde "local dimming" denen bir teknoloji var, bu teknoloji de siyahları tam siyah vermeye yönelik birşey. LG'de pek işe yaramıyordu, belki diğerlerinde daha iyidir.
THX modu var, 2B-3B dönüşümü yapabiliyor. Bu son özellik her zaman işe yaramıyor, ama fotoğraflarda ve bazı filmlerde hafiften işe yaradığını gördüm. Ses sistemi LG'nin altında bence. LG'nin basları daha güçlü ve derindi. SDXC destekli bir SD kart okuyucu var, bu okuyucu sayesinde çektiğiniz fotoğraflara bakabiliyorsunuz (JPEG). USB'ye bağladınığınız bir diskteki filmleri gösterebiliyor (AVCHD 3D/Progressive, SD-VIDEO/MotionJPEG (Lumix)/MKV/MP4/MOV/M4v/FLV/3GPP/VRO/VOB/TS/PS, MP3/AAC/FLAC, JPEG/MPO)
SONUÇTA
Bu hayatta babana bile güvenmeyecen usta... Okumadan bilgilenmeden gidip alınca böyle bir dert geldi başımıza, neyse ki halledebildik. Şu ana kadar (aman nazar değmesin, maşallah maşallah) P55VT50 çok çok iyi çıktı. Benim için cicili bicili menülerden ziyade adam gibi görüntü kalitesi önemli, bir de Netflix tarzı programları düzgün çalıştırsın yeter.
Eğer 55" ya da 65" bir TV arıyorsanız VT50 serisini kesinlikle öneririm. Bazı incelemeciler çok aydınlık odalarda TV'nin karanlık kaldığını söylemişler. LG'nin LED sistemine göre karanlık olsa da bu beni çok rahatsız etmedi, kaldı ki genelde perdeyi kapatıp film izlediğimiz için bize dert olmadı.
Zaman hızlı akıyor. Hatta belki aşırı hızlı akıyor. Hala abimle "ama geçen sefer kanalı ben değiştirmiştim" tartışması yaptığımızı hatırlarım. ITT Schaub Lorenz televizyonumuzun 8 kanalı vardı ve uzaktan kumandası yoktu. Sürekli git-gel kanal değiştir yapmak zorundaydık. Allahtan çok kanal yoktu :)
Sonra dedem nasıl yaptıysa kontrol panelini değiştirip televizyona bir kumanda taktı! Nasıl mutluyuz nasıl mutluyuz anlatamam.
Bir-iki ufak televizyonumuz daha oldu. Neden ufak televizyonumuz vardı hatırlamıyorum, belki erkeklerin elektroniğe merakındandır (dedem bayağı ilgiliydi bu konularla).
Neyse, sonra bir Arçelik televizyonumuz oldu, sonra Beko. 1999 depreminde Beko televizyonumuz yere düşüp kırıldı, servisin bedavaya onardığını hatırlıyorum. Aslında o dönemlerde kullandığımız Arçelik TV ve çamaşır makinelerimiz taş gibi sağlam çıktı. Annemin evinde hala eski Beko TV durur.
Tam aynısı olmasa da benzer bir televizyonumuz vardı |
2008 civarına kadar büyük düz kare ekran (LCD, plazma vs..) kullanmadım. Gerek duymadım çünkü çok televizyon seyreden biri değilim. Seyredersem de belgesel ya da haber (bu cevap tanıdık geldi mi?). Türkçe seslendirmeli filmlerdeki seslendirmele çok kötüleşti o yüzden TV'de yabancı film izlemez oldum. Malum dizi furyası, Acun tipi yarışmalar ve magazin programları derken televizyon bana haram oldu. Onun yerine HP Dragon serisi 20" bir dizüstü aldık (HP HDX bilmemne). "Dizüstü" diyorum ama bu aleti dizinin üstünde kullanmak deli saçması. Sanıyorum sadece kendisi 7 kilo civarı. Bir abim Ankara'dan alıp ofise getirdiğinde ofiste "Ertan birşey almış ama anlamadım" fısıltıları gezmeye başladı :)
Bu alet Arnavutluk dağlarında bayağı işe yaradı. 20" dediğin şey bizim eski Arçelik'ten büyük! Ayrıca yakınına koyup seyrettiğin için 20" ekranda film seyretmenin keyfi bambaşka. 4 Altec Lansing hoparlör, TV alıcısı, uzaktan kumanda, tonla kısa yol tuşu vs.. Kiraladığımız evde bir CRT TV var ama Arnavut kanallarını pek seyretmiyoruz. Bu ev bir köyde ve köydeki kiralık ev durumu pek zengin değil. Pencerelerden ve hatta duvarlardan (ister inan ister inanma) rüzgar girdiği için ve ısınma elektrikle olduğu için (fatura kol gibi) salonda değil yatak odasında oturuyoruz, bu yüzden HP bayağı işimize yaradı. Ayrıca zorda kaldığında taşımak PC taşımaktan çok daha kolay (beyefendiye ayrı bavul aldık taşımak için).
Sonra bir şekilde 42" LG plazma geçti elime! Vay anam vay. Acaip birşey kardeşim! Şantiyede daha büyük televizyonlar var elbet ama evde olması ayrı birşey :) FullHD değil ama kontrast ve büyüklük hoşuma gitti. PS3 aldık hemencik, büyük TV var kullanalım di mi ama :)
Kosova'dan ayrılınca (arada Kosova'ya geçtik) televizyonu Türkiye'ye götürdük orada kaldı. Norveç'e koca aleti getirmeyelim dedik. Borca girip yeni bir ev aldık, yeni eve yeni TV lazım. Lazım ama...
"Ne alsak?" sorusunun cevabı kolay değil. 100 çeşit teknoloji, 2500 model TV var. 40", 42", 47", 50", 52", 55", 60", 65", 75". Bitti mi? Yok. LED, plazma, yandan aydınlatmalı (EDGE-LIT) LED, dinamik yandan aydınlatmalı LED, Edge+ LED, FULL LED, arkadan aydınlatmalı (back-lit) LED... Kontrast oranı var, siyahın derinliği var, görüş açısı, parlaklık oranı, ekranın yansıması, bağlantılar, renkleri doğru verip vermediği, hoparlörler, 3-boyut teknolojisi (aktif mi pasif mi? Homoseksüel ilişkiden bahsediyoruz sanki...), crosstalk, tazeleme oranı (oh be, bilgisayarlardan bunu az çok biliyorum), internet tarayıcısı Flash destekliyor mu (oha!), Smart TV, tabletten görüntü aktarıyor mu, çerçeveli mi isteriz çerçevesiz mi vs..
Uzuuuun süre bunları araştırdık. En sonunda 55" bir Samsung'a karar kıldık. Yanında 7" tablet de veriyor, dükkanda güzel duruyor, görüntü kalitesi hoşumuza gitti vs.. Satıcı da önerdi, iyidir güzeldir dedi. Burada Norveçli satıcılar çok çakal değil, gördüğüm kadarıyla çoğu konuda bilgili ve sana birşeyleri kakalamaya çalışmıyorlar. Amcaya güvendik.
Türkiye'ye izne gideceğimizden alımı Ocak ayına bıraktık. Ocak ayında eve daha yakın bir mağazaya gittik ve Samsung'u alacağımızı söyledik. Satış görevlisi kız Norveçli değil, tahminen Filipinli. Şiddetle itiraz etti! "Aman ne yapıyorsunuz o kadar para buna verilir mi bak burada LG var bu daha iyi" dedi! Neler anlatıyor neler! Efendim LG IPS panelliymiş, görüş açısı beş takarmış, istediğin tableti bağlarmışsın, aynı paraya daha fazla değer alacakmışım, kumandası süpermiş, interneti hipermiş, uygulamaları insan üstüymüş vs.. "Herhalde kızın bir bildiği var, bu kadar ateşli olduğuna göre" dedim. Yalnız son sorum: Ben bununla film seyredeceğim ve oyun oynayacağım, bu aletlerde tazeleme sorunu olur mu? Hayalet efekti (ghosting) falan olmasın?". Kız gene heyecanlı heyecanlı LG'nin bu sorunu nasıl hallettiğinden, inanılmaz süper görüntü teknolojisinden bahsetti. "Merak etmeyin, bu paraya daha iyisi yok" dedi.
Aldık. LG 55LM6700. Eve geldi. Kutu dev gibi. Renkli, cicili bicili falan. Televizyonu açtık kurduk. Alet ağır, ayaklarına 8 vida monte ediyorsun.
Ayakları büyük ve ağır |
Neyse, televizyonu açtık. Vay anam vay. Bu alet cidden iyi yahu! Renkler, kontrast, parlaklık... İnanılmaz. Normal TV kanalları daha iyi görünüyor :) Bir-iki film denedim, güzel. PS3-XBOX360 taktık onlar da süper. Uygulama merkezi çok hızlı çalışıyor. Netflix, Youtube, CNBC, Euronews... Yok yok. İnternet tarayıcısı biraz yavaş ve Flash desteği pek iyi değil ama idare ediyor. İkinci uzaktan kumanda Wii'nin kumandası gibi, kullanımı da çok rahat. 3 boyut desteği pasif, TV'nin yanında 5 tane gözlük geliyor (bazı yerlerde 6'ymış). Crosstalk denen şey yok, yalnız benim sağ ve sol gözüm arasında numara farkı çok olduğu için görüntü biraz bulanık gibi. Eşim çok beğendi, "gözlüğümü takar seyrederim" dedim, boşverdim. "Siyah derinliği iyi değil" diye yazıyordu incelemeler, ben sorun hissetmedim. Ses kalitesi de çok iyiydi, baslar ve çevresel ses efektlerini beğendim.
Teknik özellikler şöyle: Kenardan aydınlatmalı ve lokal karartma özelliği (Edge-lit, local dimming), 55", DLNA destekli, dahili WiFi, 120 Hz panel, pasif 3 boyut desteği, 6 gözlük (bize 5 tane geldi), Smart TV (Flash destekli internet gezgini, Facebook-Youtube-Netflix vs.. tarzı uygulamalar vs..), 4 HDMI 3 USB LAN vs.. , az enerji tüketimi (bu boyuttakiler araında en iyilerinden), Dual Play (bazı oyunlarda 3-B gözlüklerini takarsanız iki kişi tam ekrana bakarak oynayabiliyor, yani ekranı ikiye bölmüyor. Ben kullanmadım ama kullanılışını gördüm ve iyi sayılırdı), birçok ön tanımlı görüntü ve ses ayarı.
Yani yok yok.
Görünüş çok seksi |
Uygulama merkezi temiz ve kullanımı rahat |
Çerçevesi yok denecek kadar ufak, bu yüzden diğer 55" lerden daha ufak görünüyor. |
Nintendo Wii tarzı kumandasını ben beğendim. |
"Oh be" dedik. "Bizim de iyi bir TVmiz oldu." Büyük, parlak vs..
Taa ki... Taa ki daha fazla film seyretmeye başlayana kadar... Önce ilk Underworld'de kafaların etrafında pikseller görmeye başladım. Ama hayalet efekti (ghosting) değil, bariz siyah siyah pikseller. Genelde beyaz ya da parlak arka plan varken görünüyorlar. Sonra Minority Report'ta gördüm aynı etkiyi. Arka plan parlaksa ve oyuncunun kafası (ya da herhangi koyu renkli bir obje) orta hızda hareket ediyorsa etki çok barizdi. Hızlı ya da yavaş harekette hiçbir sorun yok. Ayrıca ön plandaki objenin (örneğin kafa) orta boyutlarda ya da büyük olması lazım, yani uzaktan çekimlerde de sorun yok. Televizyon seyrederken de sorun yok, dert HD yayınlarda.
Önce sorunun Netflix'te ve sıkıştırmasında ya da internet hızında olduğunu düşündüm. İnternet LAN'dan bağlıydı, aynı kabloyu PS3'e bağlayınca demoları indirmek yıldırım gibi olduğundan internet hızında sorun yok dedim (20MBit'te sorun olsa kafayı yerim zaten). Netflix'i XBOX360'ta denedim, aynı sonuç. Bir masaüstü ve iki dizüstünde denedim (kendi monitörlerinde), öyle bir sorun yok.
Sonra BluRay deneyelim dedim. PS3 en ucuz BluRay çalarlardan biri, ucuzundan Mamma Mia bulduk bir tane (2008, Meryl Streep). Allahım felaket! Bu film Yunan adalarının birinde geçiyor ve etraf tamamen parlak, yani bütün arka planlar beyaz ya da parlak mavi. Daha filmin başlangıcında kafayı yedirtecek kadar siyah piksel etkisi var! 6-7 dakika dayanamadım ve kapattım. Tam bir hafta boyunca ayarları karıştırdım (Tru motion, Local Dimming vs.. ne varsa), 15 civarı film-dizi denedim, LAN-WiFi denedim, yok yok. Sonra "ulan bir de incelemelere bakayım" dedim............................
Normalde inceleme okumadan ya da sağa sola sormadan elektronik eşya kesinlikle almam. Bu sefer taşınma derdi bilmemne derken aceleye geldi, bir de satış elemanına fazla güvenmişiz demek ki.
İlk incelemeyi açtım: "TV süper ama imaj kalitesi..."
Anam! Biz zaten imaj kalitesi için aldık?
İkinci inceleme: 3D çok iyi, bozulmalar olsa da. İnternet vs.. gibi Smart fonksiyonları çok iyi, tonla ayarı var, ses kalitesi üst seviyede, ama... Görüntüde bozulmalar oluyor".
Haydaaa, dakka iki gol iki.
Üçüncü inceleme: "Bu panel gerçek 120 Hz panel değil!"
Aha! İşte zurnanın zırt dediği yer! LG 60 Hz paneli alıp birkaç cambazlıkla 120Hz görüntüsü vermiş! Ve utanmadan diyorlar ki "önemli olan değerler değil izleyicinin algıladığıdır". Yani ben 200 Hz algılasam (nasıl olacaksa) televizyonu 200 Hz diye satacaklar!
60Hz'i 120Hz gibi göstermek için değişik teknikler kullanıyorlar ama gördüğüm kadarıyla filmlerde bazı sahnelerde bahsettiğim hatalara sebep oluyor. Oyunlarda ya da SD programlarda bu sorun yok (örneğin Netflix'te Hercule Poirret mükemmel seyrediliyor). Be adam, bari 120Hz yazma değil mi? Bu TV'nin LM7600 modeli gerçek 120 Hz imiş meğersem.
O an o kız yanımda olsa tahminen kaldırıp televizyona geçirirdim :) Kız zaten bit kadar birşey. Bu aletlere tonla para veriyorsun, memnun olmayacaksam neden tutayım evimde? Televizyon dediğin şey zırt diye elden çıkarılıp alınacak birşey değil ki, eşek ölüsü gibi bir alet, aldığın zaman yıllarca yerinde kalıyor.
GERİ VER YENİSİNİ AL
10 gün sonunda geri vermeye karar verdim. Dükkana gitmeden tam bir gece sabaha kadar televizyon incelemesi ve kullancı yorum okudum. Neredeyse bütün oklar P65VT50'ye varıyordu. Herkesin demesi, "işte en iyisi bu kardeşim al rahat et". İyi de 65" aleti nereye koyacam ve aleti almak için banka kredisi lazım :) 10.000 TL'ye geliyor alet.
Sonunda aldığım dükkana gittim o kızı bulup kavga etmek için :) ama başka bir görevli vardı. Yeni alıcıymışım gibi sorular sordum:
- Yeni bir TV almayı düşünüyorum, evdekinden memnun değilim. Oyun ve film konusunda yeterince hızlı olmalı, Netflix tarzı uygulamalar olmalı ve 55" olmalı.
- Tabi, işte size Panasonic TC-P55VT50. Bunu alın ve olayı bitirin. (benim beğendiğimin 55" modeli).
- Başka birşey önerir misiniz? Bu alet biraz pahalı geldi.
- Buradaki Samsung var mesela (ilk almaya karar verdiğimiz). Panasonic'ten biraz daha yavaştır ama sıkıntı yaratmaz. Fiyatı uygun ve yanında tablet de veriyor.
- Peki şuradaki LG nasıl? (aldığımız alet).
- O mu? ... O pek uygun olmaz. Biraz yavas bir alet ve hareketli görüntülerde sıkıntı yaratabiliyor. Şimdiye kadar 2 taneyi geri getirdiler benzer şikayetlerden.
- Hadi ya? Hmm... Bende de aynısı var aslında, ben de şikayetçiyim.
- Ne zaman aldınız?
- 10 gün.
- Bence geri verin bu Samsung ya da Panasonic'i alın. Nereden aldınız?
- Buradan.
- Hmmm..
- Bir çekik gözlü kız vardı ona ne oldu?
- Yılbaşı öncesi çok müşteri olduğu için o part-time çalışıyordu, yeni yılla beraber ayrıldı.
- Adresini versene şunun (yok bunu demedim tabi :) . Tamam, onu geri verip bu Panasonic'i almak istiyorum.
- Peki.
Norveç'te birçok mağazada böyle ürünleri 1 ay içinde geri verebiliyorsunuz.
Her neyse, LG'yi verdik geri, Panasonic 4-5 günde geldi.
Panasonic P55VT50
Kutusu bildiğin koli! Kahverengi karton. Nerede LG'nin mükemmel beyaz tasarımlı zarif kutusu, nerede Panasonic'in odun gibi kutusu. Ne aletin fotoğrafı var ne özellikleri. Sadece "kutuyu böyle açın böyle kurun" resimleri var. Dakka bir gol bir. Yeni bir facia mı yoksa?
Gene 8 vidayla ayağını sabitledik, kaldırdık koyduk sehpanın üzerine.
Seksi... |
İlk kurulum ekranı çıktı, dakika iki gol iki. LG'nin cicili bicili kurulum ekranları ve menülerinin yanında Panasonic'in menüleri mağara döneminden kalma gibi. Sanki analog cihaz yönetiyorsun. Neyse, TV ve ağ ayarlarını yaptıktan sonra Viera Connect denen Smart TV menüsüne girdik. Dakka üç gol üç.. Gene odun gibi bir menü, ve yavaş! LG'nin güzel görünüşlü ve yağ gibi kayan menülerinden eser yok. Lan yoksa yanlış mı yaptık gene?
Menüler LG'ye göre daha soluk ve narin değil. |
Ve Underworld'ü açtık... Breh! Bu neymiş kardeşim böyle? Mükemmel! Kontrast, parlaklık (hafif loş odada), renkler... Yanyana LG ile karşılaştırmadım ama Panasonic kesinlikle çok daha iyi. Ön tanımlı modlardan Game modunu tercih ettim çünkü Movie modu bana biraz sönük gibi geldi. Herkesin tercihi farklı.
Sonra Minority Report: 10 numara. 3-4 HD film daha, bana mısın demiyor alet! Hiç takılma, hayalet efekti, parlama, bilmemne... Hiç bir sorun yok. Mamma Mia? Harika...
İnternet tarayıcısında Flash tabanlı filmleri seyredebiliyorsun ama birkaç sitede Flash çöktü, sonra denemedim. Youtube, Euronews vs.. gibi programlar sorunsuz. Netflix filmleri mükemmel.
Mesele şu ki, bu Panasonic plazma TV'de 2500 FFD denen bir sistem var. Panasonic'e göre bu alet 2500 Hz! Ortalama plazmalar 600 Hz, diğer markaların en üst modelleri 1600 Hz. Bu alet ve 65" lik modeli 2500 Hz. Çok denedim, hiçbir şekilde harekete bağlı bozulma görmedim.
Çift işlemcisi var. Anlatılana göre güzel birşeymiş :) Açık uygulamalar arasında geçiş yapabiliyorsun ve TV açıkken Skype'ı çalıştırabiliyorsun, ilginç...
3-B teknolojisi aktif olandan (yani üstte :) ). İki gözlük geldi yanında. 1 film denedim, beğendim. Açıkçası çok fazla denemedim, hafta sonuna bırakıyorum bu zevki :)
Kumandanın yanında bir de fare tarzı kontrolcüsü var. İdare eder ama ben genelde kumandayı kullanıyorum.
"Infinite Black Ultra" denen pikselleri en siyah yapmaya çalışan bir teknolojisi var. Normalde plazmalar LEDlerden farklı olarak pikselleri tam kapatabildiği için siyahlar daha iyi görünür. Bu TV'de piksellerin ısınması bir şekilde engellenerek ısıdan dolayı "gri" görünmelerinin de önüne geçilmiş. Ayrıca panelin önündeki filtre cam yansımaları engelliyor, böylece panelin kontrastı artarak siyahlar tam siyah oluyor. LG ile yanyana denemedim, hatırladığım kadarıyla bu Panasonic siyahları daha iyi veriyor. Benim için aman aman dert değil. Yeni LED TVlerde "local dimming" denen bir teknoloji var, bu teknoloji de siyahları tam siyah vermeye yönelik birşey. LG'de pek işe yaramıyordu, belki diğerlerinde daha iyidir.
THX modu var, 2B-3B dönüşümü yapabiliyor. Bu son özellik her zaman işe yaramıyor, ama fotoğraflarda ve bazı filmlerde hafiften işe yaradığını gördüm. Ses sistemi LG'nin altında bence. LG'nin basları daha güçlü ve derindi. SDXC destekli bir SD kart okuyucu var, bu okuyucu sayesinde çektiğiniz fotoğraflara bakabiliyorsunuz (JPEG). USB'ye bağladınığınız bir diskteki filmleri gösterebiliyor (AVCHD 3D/Progressive, SD-VIDEO/MotionJPEG (Lumix)/MKV/MP4/MOV/M4v/FLV/3GPP/VRO/VOB/TS/PS, MP3/AAC/FLAC, JPEG/MPO)
SONUÇTA
Bu hayatta babana bile güvenmeyecen usta... Okumadan bilgilenmeden gidip alınca böyle bir dert geldi başımıza, neyse ki halledebildik. Şu ana kadar (aman nazar değmesin, maşallah maşallah) P55VT50 çok çok iyi çıktı. Benim için cicili bicili menülerden ziyade adam gibi görüntü kalitesi önemli, bir de Netflix tarzı programları düzgün çalıştırsın yeter.
Eğer 55" ya da 65" bir TV arıyorsanız VT50 serisini kesinlikle öneririm. Bazı incelemeciler çok aydınlık odalarda TV'nin karanlık kaldığını söylemişler. LG'nin LED sistemine göre karanlık olsa da bu beni çok rahatsız etmedi, kaldı ki genelde perdeyi kapatıp film izlediğimiz için bize dert olmadı.
5 Şub 2013
Prosedür yazmak ve fotoğraf
TAŞINDIK: http://halkboyleistiyor.com
1998 civarıydı galiba, koskoca ulaştırma bakanı Binali Yıldırım'ın yoldan çıkmaktan korktuğu için Boğaziçi değil İTÜ'yü seçtiği yıllardan çok sonraydı. Yoldan çıkan diğer arkadaşlarla beraber güney kampüste çimenlerde oturuyorduk.
O dönemlerde Boğaziçi'nde her yıl Yıldırım'ın İTÜ'yü seçtiği gün şölenlerle kutlanıyordu, ama bu ayrı bir tartışma konusu. Onu bunu bırak da, aşağıdaki pozlar Yıldırım zamanında yok muydu?
Yoldan çıkmaktan korkuyorsan baştan İstanbul'a gelmeyeceksin zaten :)
Neyse, ne diyorduk? 1998. Çimlerin üzerinde oturuyorduk. Yanımızdaki gruptaki çocuklar nasıl ağlıyor nasıl ağlıyor. Hüngür hüngür. Dedik "nedir bu yani, sizin olayınız nedir?". Dediler "Bilmemkaç yıl önce Binali bizim yerimize İTÜ'yü seçmiş ona ağlıyoruz...". Dedik "Biz zaten yoldan çıkmışız, o yüzden üzülmek yerine kendimizi çimlerde eğlenceye vurduk. Haydi hep beraber, trallallaaa trallallaaaa...."
Hahaha dayanamıyorum n'apıyım :) Ulaştırmanın başındaki adamın kafa yapısı komik midir traji-komik midir bilemiyorum... Bu yazıdaki amcadan farkı var mı?
YOLDAN ÇIKARAN ADAM
19 Aralık'tan beri "satılıklar" konusu haricinde birşey yazmamışım. Araya tatil, taşınma ve 2012'den biriken tonla iş sıkışınca konsantre olup birşeye odaklanamadım. İşten kafamı kaldırıp arada forumlara takılıyorum (www.nikonturk.com 'a beklerim, ama n'olur bu güzelim forumu "lütfen yardım" ya da "porofesyonel foto çekmek istiyorum, bir de bokeh..." tarzı konularla kirletmeyelim :) ) ama düzgün yazı yazmak odaklanma ve dikkat gerektiriyor. Bu aralar o dikkati prosedür yazmaya vermem lazım. 2012'de yazmam gereken 11 prosedürün sadece 5'ini yazabildim ki prosedür yazmanın ne kadar iğrenç bir iş olduğunu bilen bilir, hele bunlar İngilizceyse...
Prosedür demişken birşeyden bahsetmem lazım. Doğal olarak yazdığın prosedürleri kontrol edilmesi veya yorumlanması için birilerine gönderiyorsun. Kendi yazdığın şeyi kontrol etmek kolay değil, hiç anlamasa bile başka birinin görmesi iyi birşey.
Yalnız, bu "kontrol" olayı bazen garipleşiyor. 13 sayfalık prosedüre "olmamış" diye cevap gönderen mi istersin; gönderdiğim ilk prosedüre "diğerleriyle uyumlu olması lazım" diyen mi (ulan bu daha ilki, en azından ikinciyi bekle!); harf, tümce yapısı ve virgül hatalarını bulup herkese CC yapan mı (bravo, şak şak şak...). Kocaman akış şeması çizmişsin, hangi karar mekanizmalarının çalışması gerektiğini, hangi kararların alınması gerektiğini, yüklenici firma ve kontrol firmasıyla bağlantı noktalarını, projenin ilerleyişini hangi mantıkla takip etmen gerektiğini gösterip yazmışsın vs.. Gelen yorumların bir tanesi bile bunlarla ilgili değil. Varsa yoksa gramer ve daha yüzünü görmediği diğer prosedürlerle uyum...
Yani bir "ambalaj" tutkusu. Hayır, yanlış anlaşılmasın, bunlar kesinlikle önemli. Yalapşap yazılan derme çatma bir prosedür hiç var olmasın daha iyi. Böyle yanlışkarı göstermek de önemli, ama arada içerikle de ilgili birşeyler söylensin istiyor insan. Karşı fikirler gelsin, mantık düzeltmeleri olsun, akış diyagramına ekler yapılsın, tartışalım vs.. Mesele şu ki: İnsanlar okuyup düşünmeyi pek sevmiyor, ve senin yazdığın prosedürü anlayıp yorumlayacak çok adam yok (zaten olsa firmada bana ihtiyaç olmazdı :) ).
Fotoğrafla ne alakası var?
Gördüğünüz bir fotoğraf hakkında aklınıza ilk gelen şey hangi makineyle ve objektifle çekildiği ya da ISO değeriyse, siz de gramer yanlışları peşinde koşan ama genel mantığı anlamayanlardansınız. Hangisi daha önemli? Mükemmel Kraliyet İngilizcesi'yla yazılmış saçma sapan bir prosedür mü yoksa sağlam bir mantığı olan ama 3-5 gramer hatası olan bir prosedür mü?
Fotoğraf da aynı şey. ISO, objektif, makine, diyafram vs... Bunlar en son aklına gelmeli. Aslında insan beyni bile o şekilde çalışmıyor. Beyin önce renkleri ve şekilleri algılar. 6 yaşında bir çocuğa bir fotoğraf gösterdiğinde beğenir ya da beğenmez, "ISO'yu düşük tutsaydın keşke" demez çünkü beyni henüz kirlenmemiştir. İnsanlar büyüdükçe bazı özellikleri kirleniyor ne yazık ki.
Seni etkiliyor mu? Birşeyler çağrıştırıyor mu? Rahatsız eden birşeyler var mı? Konusu var mı? vs..
Peki bunları hiç mi düşünmeyelim? Elbette, yukarıda da söylediğim gibi, en güzeli gramer olarak mükemmel prosedür yazmak. Yukarıdaki fotoğrafı ISO51200'de çeksen böyle birşey ortaya çıkmaz. Ama bunlar en sonda olmalı, yani önce adamın yüzündeki ve vücudundaki ifadeye bakacaksın, çocuğun yüzündeki neşeye bakacaksın, yumuşak renk tonlarını göreceksin, arkadaki duvarda asılı şeylerin çekilen yerle ilgili verdiği ipuçlarını düşüneceksin. Örneğin fotoğrafçı oraya nasıl gitti? Orası neresi? Bu pozu nasıl yakaladı? En sonunda adamın altına don giyip giymediği (yok lan şaka :) ), hangi makineyle çekildiği, ne tip bir objektif kullanıldığı, hangi yazılımla hangi düzenlemelerin yapıldığı gibi şeyleri düşün.
Aşırı bilgi kirlenmesi bu. İnternetle beraber modern toplum bir "bilgi bombardımanı"na maruz kaldı. Artık bilgi heryerde. Google denen yaratık sayesinde (ya da Bing, Yahoo, Baidu, Yandex, Bloglines, DuckDuckGo, ixquick vs..) artık çok gizli bilgiler bile bulunabiliyor. Ama mesele şu ki, bu bilgileri ayırıp "faydalı bilgi"ye dönüştürmek kolay değil.
Yoldan çıkmış Boğaziçi'nde John Freely'den seçmeli bir tarih dersi almıştım. Ödevlerden biri herhangi bir konu seçip o konu üzerine araştırma yazısı yazmaktı. Yalnız mesele şu: Seçtiğin konunun kapsamı dar olmalı. Örneğin "Osmanlı İmparatorluğu" tarzı aşırı geniş bir konuyu yazamazsın (ki hakkıyla yazmaya çalışsan bir ömür yetmez). Ben "Doğu Roma İmparatorluğu'nda madeni paralar" konusunu seçtim (konuyu kendin belirliyorsun). 8-9 kitaptan müthiş bir araştırma yaptım, internette bulduğum kadarını (o zamanlar yeni yeni yaygınlaşıyordu) aldım, renkli fotokopilere harçlığımın yarısını yatırdım, yaklaşık 80 sayfalık acaip bir ödev hazırladım. Fizik-Matematik gibi gerekli dersleri bile ikinci plana attım. Aldığım not: BB! Lan! John amcaya gidip sebebini sordum. Sebebp basit: Konu aşırı geniş. Dedi ki: Eğer belli yıllar arasını ya da sadece bir imparator zamanında basılan paraları araştırsaydın AA verirdim, ama bu haliyle puan kırmak zorundayım. O zaman cidden kızmıştım adama.
Bu yüzden "bilgiyi eleyip yararlı bilgi haline getirmek" fikri beynime kazındı. Hala başarıyla uyguladığım söylenemez ama en azından hep aklımda.
Ne yapmak lazım peki? Şu anda fotoğraf merakım gelişiyor olsa hiçbir foruma bakmaz hemen koşup 3-4 tane adam gibi kitap alırdım. Önce onları okur, sonra forum-internet sitelerine bakardım. Önce forumlara koşan arkadaşlar bir bilgi şoku yaşıyor çünkü ne yazık ki oralardaki bilgiler "kirli" bilgi. Türkiye'den bahsetmiyorum, herhangi bir yabancı sitede de aynı sorun söz konusu. Fotoğrafın içeriğinden çok neyle çekildiği tartışılıyor.
Nikon'la fotoğraf Canon'la video çekilirmiş, Pentax reklam yapmadığı için yaygın değilmiş, Nikon'un yeni makinelerinin dinamik aralığı süpermiş, Pentax'ın Limited objektifleri gibisi yokmuş, kit objektif alınmazmış, geniş açılı ve hatta 18-55mm objektiflerde titreşim azaltıcı sistemlere (IS/VR/OS vs..) gerek yokmuş, Nikon'un renkleri gerçekçiymiş, optik bakaç olmayan makine alınmazmış, amatörsen ve yeni başlıyorsan önce kompakt makine alıp yavaş yavaş sırayla yeni makine alman lazımmış çünkü hakkını vermen lazımmış, Pentax K-5 ISO25600'de D7000'den iki piksel daha fazla detay veriyormuş bu yüzden süpermiş, Zeiss ya da Leica hepsini dövermiş, sabit odaklı objektif alman lazımmış çünkü onlar çok keskinmiş, yeni Canon 24-70mm f2.8 LII objektifin MTF değerleri müthişmiş ama 24-70mm f4 L IS de az değilmiş ve hatta 1:2 makro çekiyormuş, makro tüpleri makro filtrelerinden daha iyiymiş, tam kare en iyisiymiş ve artık APSC alınmazmış, profesyoneller tam kare kullanırmış, vs..
Yahu... Daha hayatında tek makine olarak D90 ve 18-105mm VR objektif gören biri "bak ben aldım mükemmel kesin bunu al, Canon falan alma beş para etmez oyuncak" deyiveriyor. Nerden biliyon lan? Canon kullanmışlığın mı var? Öyle bir yazıyor ki sanırsın elinden hergün 3 makine geçiyor, firmalar makineleri çıkarmadan bu arkadaşa gönderiyorlar test etmesi için: "Abi Allah rızası için bi bak iyi midir diye, ona göre piyasaya sürecez".
DİNAMİK ARALIK, BOKEH, IŞIK SAÇILMASI VS...
Bunlar da yeni moda.
- Merhaba, 600D ile D5100 arasında kaldım, hangisini alayım?
- D5100 al dinamik aralığı daha iyi. Bak DxOMark'ta parçalamış.
- Hmmm peki..
Hadi ya? Sen dinamik aralık nedir, neye yarar, ya da herşeyden önemlisi senin neyine yarar biliyor musun? Sen hiç dinamik aralık gördün mü?
Diyorum ya, aşırı bilgi bombardımanı var. Birileri "dinamik aralık"tan bahsediyor zıp oraya zıplıyor; diğeri ışık saçılması (diffraction) diyor pırt oraya hopluyor; CA diye birşey okuyor kafa oraya gidiyor; bir diğer sitede CCD'nin üstünlüklerini okuyor kafa iyice bulanıyor (elde CMOS'lu alet var); MTF duyuyor gidiyor bakıyor bir grafik, "iyiymiş" diyor ama ne işine yarayacak tam kestiremiyor; makro tüplerinde optik eleman olmadığı için bozulma yaratmadığını okuyor herkese bunu öneriyor (ki üreticilerin neden 50mm'ye makro tüpü takıp ucuza makro objektif üretmek yerine uğraşıp yüzlerce Dolarlık makro objektifler ürettiğini sorgulamıyor); 100 yıl önce biri "karanlığa göre pozlama alın" demiş, onu okuyor ve herkese onu öneriyor halbuki sayısal algılayıcıların parlak ışık karşısındaki davranış karakterinin filmden çok farklı olduğunu bilmiyor; gene 100 yıl önce biri "ön ve arka net alan derinliği arasındaki oran 1:2 olarak kabul edilebilir" demiş, hiç denemeden bunu etrafta anlatmaya çalışıyor; snapsort'a bakıyor ki Nikon'un algılayıcı boyutunu Canon'dan büyük göstermiş ve daha çok puan vermiş, hemen dönüp forumda birine "Nikon al çünkü algılayıcısı büyük" diyor. Bunları yapan insanlar kötüdür, bunlardan uzak durmak gerekir demiyorum. Tamamen aşırı bilginin getirdiği sorunlar bunlar (eh biraz hazırcılık da suçlu tabi).
Bir de medyanın yaptığı bilgi kirliliği ve yalan haberler konusu var ama o başka bir güne artık. Gazete ve televizyonların bazıları o kadar azdılar ki alenen yalan haber yapmaya başladı.
Bu blog sitesinin en başına "Düşün! Tartış! İtiraz et! Eleştir! Tebrik et! Oku! Dinle! Sor! Anlat! Öğret! Yani biraz koyundan farklı ol! Senin gibi düşünmeyene saygı duy. Halka hakaret etme! Halkın cahil kalması halkın değil hükümetlerin suçu!" lafını boşuna yazmadım. Kimseyi aşağılayacak değilim. Ben neyim ki başkasını hakir göreyim?
"Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. Îmandan sonra fâsıklık (Allah'ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen kimse) ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir." el-Hucurât, 11 ve 12.
Di mi ama?
Bilmemek değil öğrenmemek ayıp. Hiç bilmiyorsan en iyisi, çünkü kafan çöple dolu değil. Ben altımdaki maliyet ve planlama mühendislerini olabildiğince yeni mezun ya da az tecrübelilerden seçmeye çalışırım çünkü "tecrübeliler" genelde kafasında saçma sapan şeylerle dolu geliyor ve onun doğru olduğunda ısrar ediyor. Örneğin birçok Türk firmasında "maliyet" deyince akla hala "fatura" geliyor. CV'sinde "şöyle maliyetten anlarım, nakit akış şemalarını parmağımda oynatırım" diyen adamı karşına alıp konuştuğun zaman anlıyorsun ki tek yaptığı şey fatura girip mevcut faturaları aylara dağıtmak. Ve bunu yapıp "Cost Engineer" diye ortada gezenler var. "Peki 3 ay sonra ne kadar para harcayacağız, bunu bulabilir misin?" dediğinde de "ben mühendis miyim?" diyorlar :) Yerim ben senin titrini...
ÇOK BİLİYORSUN DA NE YAPALIM?
İşte bu yüzden, tertemiz kafayla teorik fotoğraf kitaplarından başlamak en iyisi. Sabit Kalfagil'in güzel 1-2 kitabı var, onlarla başlamak iyi olabilir. Michael Freeman'i seviyorum (Türkçe çevirisini garip bulanlar var, ben İngilizcelerini okudum). Scott Kelby'nin meşhur üçlemesi bence teorik bilgiden sonra gelmeli, hemen bu kitaplarla başlamayı tavsiye etmem.
Yeni başlayan arkadaşlar internette de bazı sitelerden kaçınmalı. Forumlardan uzak kalınması gerektiğini zaten söylemiştim. Uzak durulması gereken diğer siteler de sadece inceleme yapan siteler. Bunlara temel bilginiz yoksa kesinlikle bakmayın ya da inceleme ve puan kriterlerini çok iyi okuyun. Örneğin yeni bir gövde eski ama daha iyi bir gövdeden daha yüksek puan alabiliyor.
Aşağıda fotoğrafa yeni merak salmış ya da kendini eksik hisseden arkadaşlar için birkaç internet sitesi önerdim. Ama hatırlatayım, önce kitap okuyacaksınız. Söz mü :)
Önereceğim Türkçe siteler:
www.bascek.com: Arada katılmadığım yazılar olsa da en derli toplu yazılmış teorik bilgileri bulacağınız site.
halkboyleistiyor.blogspot.com: Şaka şaka :)
www.turknikon.com: İlk başlarda biraz daha dağınıktı, şimdi şimdi yazılar biraz oturmaya başladı. Yazılar hala biraz hafif, yani azcık üstünkörü ama iyi yolda bir site. Sadece Nikon'la ilgili görünse de arada teknikl bilgi yazıları da var. Yalnız, hala aradığımı adam gibi bulamıyorum. Örneğin "fotoğraf bilgileri" şeklinde bir kısım var mı hala bilmiyorum :)
Elbette daha çok var ama basit tutmakta yarar var. Zaten zamanla hepsine ulaşacaksın, en baştan bilgi bombardımanına gerek yok.
Önereceğim İngilizce siteler:
http://www.cambridgeincolour.com: Özellikle Tutorials kısmı çok başarılı. Kesinlikle okuyun. İngilizceniz yoksa Google amcaya sorun o çevirsin. Okuyun, okuyun, okuyun...
www.luminous-landscape.com: Doğru dürüst teknik ve teorik bilgi veren sitelerden biri. İncelemelerini de diğerlerinden daha iyi buluyorum. Daha önce biraz daha aktifti, son birkaç aydır site sahiplerinden biri kanserle mücadele ettiğinden midir nedir biraz yavaşladılar ama teknik ve teorik yazıları hala çok iyi.
www.bythom.com ve www.sansmirror.com: En tarafsız sitelerden biri. İnanılmaz detaylardan bahsediyor bazen. Amatör için karışık gelebilir ama dürüstlüğüne kesinlikle güvendiğim yazarlardan biri. Eğer D300, D700 ya da D800'ünüz varsa kitaplarından da almayı düşünün. D700 kitabını almıştım, kullanım kılavuzu yanında halt etmiş. Teknik bilgi, kullanım ipuçları, makinenin neleri yaptığı neleri yapamadığı, kartlar ve tecrübeleri, bağlantılar vs... Derya gibi. Sanki ben :)
www.dcresource.com: Jeff Keller'in tek kişilik gösterisi (one-man-show :) ). DPReview'a geçene kadar en detaylı ve iyi incelemelerin olduğu siteydi. DPReview bunun yanında hikaye. Jeff DPReview'a yazmaya başladı artık, eğer bir incelemede Jeff Keller ismi görürseniz rahatlıkla okuyabilirsiniz.
www.imaging-resource.com: "Tutorials" kısmı güzel. Bayağı teknik bilgi var.
http://www.amateurphotographer.co.uk/how-to: Aslında hem tavsiye ederim hem etmem. Bazen DPReview gibi "kötü ama aslında iyi" tarzı dansöz gibi kıvırıyorlar, ama bazen de güzel güzel inceliyorlar aletleri. Benim asıl tavsiye edeceğim kısmı incelemeleri değil "teknikler" kısmı. Güzel, yeterince detaylı anlatılmış bilgiler var.
www.cameralabs.com: İncelemeleri de fena değil."Photography tips" kısmı daha da iyi.
slrgear.com: Objektif incelemeleri için.
www.lenstip.com: Gene bir objektif inceleme sitesi.
www.the-digital-picture.com: İncelemeleri de teknik yazıları da iyi.
Bu sitelerin arşivlerinde de çok değerli yazılar olabiliyor, eski yazılara da bakın.
Önermeyeceğim İngilizce siteler (Türkçe olanları yazmıyorum :) ):
Kenrockwell kesinlikle başlangıç için uygun değil. Gerçekten ne yaptığını bilmiyorsan Ken'in sitesinden sonra kendini elinde Nikon D40 + 18-200mm VR + SB-400 ile geziyor bulabilirsin :) Ya da bir dükkana girip Canon 28-105mm USM sorduğunda satıcının yüzündeki ifadenin değiştiğini görmek can sıkıcı olabilir :) Ayrıca fazlaca Amerikan milliyetçisi (Irak'taki Amerikan askerleinin demokrasi için orada olduklarını yazacak kadar). 2 sene önce Amerika'daki vergi düzeni değişene kadar "en iyileri Nikon yapar, beğenmediğini Canon'a gönderir, Canon'un çöpe attığı parçalardan Pentax oluşur" şeklinde şeyler söylüyordu şimdi Canon'u yere göğe sığdıramıyor.
photographylife (eski ismiyle mansurovs) da artık beni sarmıyor. Biraz fazla yanlı ve üstünkörü yazılar yayınlanmaya başladı. Hatta V1 incelemesinden bu yana Nasım'ı pek ciddiye almamaya başladım. Konuk incelemeciler çok daha iyi. Bence Kenrockwell muamelesi yapın ve burayı şimdilik es geçin.
Steve Huff son dönemlerde pek popüler. Kendi incelemeleri genelde şöyle oluyor: "Beklemezdim ama bu alet müthiş çıktı! Valla bak harika (ve kendisinin aynadaki ya da çocuğunun 2-3 siyah beyaz fotoğrafını kanıt olarak koyar). Süper yani.". Bir zamandır konuk yazarları siteye alıyor, onların yazıları bazen okunabilir oluyor ama artık benim gözümde ciddi site tanımıma girmiyor, çekirdek çitlemelik girilebilir.
DPReview: Aslında hem öneriyorum hem önermiyorum. İncelemelerinde fazlaca ortayı bulmaya çalışıyor. Yani "aslında fotoğraf kalitesi iyi değil ama birçok kullanıcı için yeterli" ne demek len? Bu kadar dandöz olunmaz ki, sen başbakan mısın? Puanlaması biraz değişik, yani 90 puan almış bir makine sizin için 85 puan almış bir makineden daha kötü olabilir. O yüzden başlangıçta okumanızı önermem. Zaten site o kadar büyük ki (forumlar vs..) içinde kaybolabilirsiniz (bilgi bombardımanı), o yüzden ilk başlarda uzak durmakta fayda var.
photozone.de: "Nasıl yani?" dediğinizi duyar gibiyim. Aslında benim için çok faydalı bir site ama bir amatör için kötü sayılır. Testleri standart ama gerçekten çok fazla bilgiyi kısaca geçiştiriyorlar (çünküsenin temel bilgin olduğunu varsayıyorlar). Bazen test ettikleri objektifler hatalı ürün olabiliyor bu yüzden düşük puan veriyorlar, ya da bazı sorunları fazlaca büyütüyorlar vs.. Örneğin bu siteye bakarsan Canon 50mm f1.2L'den kaçmak lazım ama gerçek tam tersi. Herşeye rağmen, temel bilgiyi aldıktan sonra (en az 6 ay) referans sitesi gibi kullanılabilir.
DxOMark: Aman sakın. Tarafsız puanlama yaptıklarını söylüyorlar ama puanlama sistemleri bence doğru değil ya da yanlış yönlendiriyor. Şimdi yeni yeni objektifleri de puanlamaya başladılar, onu da beğenmedim. Sen puanları bilmemneyi bırak, önce konu-kadraj-ışığa bak. Oradaki puanlar seni iyi fotoğrafçı yapmayacak.
Snapsort: Aman aman. Sakkkın haaa. Aman diyim. İlk çıktığında bir boşluğu doldurur diye beğenmiştim ama şu anda ciddi hatalarla ve yanlışlarla dolu. Ne zaman biri bana snapsort'la ilgili soru sorsa yanlışlar buluyorum. Sanıyorum kiyas.la sitesi de bilgilari buradan alıyor, o da aynı şekilde benim uzak durduğum sitelerden biri.
Daha vardır elbet, ama bilgi bombardımanına gerek yok değil mi :)
ÖZET
Aşağıdaki gibi fotoğraflarda ISO-makine vs.. sorulmaz, doğrudan içeriğe bakılır:
Namaz çıkışı Erdoğan'ın yanına yaklaşan bir turist "Es
Selamün aleyküm" dedi. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan da turistin elini
sıkarak, "I love You" diye cevap verdi. (Haberi haber7.com'dan aldım. Aynısı Haberturk ve Samanyolu'nda da var).
Hadi ay lav yu...
1998 civarıydı galiba, koskoca ulaştırma bakanı Binali Yıldırım'ın yoldan çıkmaktan korktuğu için Boğaziçi değil İTÜ'yü seçtiği yıllardan çok sonraydı. Yoldan çıkan diğer arkadaşlarla beraber güney kampüste çimenlerde oturuyorduk.
Yoldan çıkan gençlik... |
İTÜ'nün tercih sitesinden alınma. Bugün olsa Yıldırım gidecek üniversite bulamazdı tahminen. O ne öyle kızlı erkekli falan... Erkeklerin saçı bile uzun, şortlar falan... İç gıcıklayıcı... |
Neyse, ne diyorduk? 1998. Çimlerin üzerinde oturuyorduk. Yanımızdaki gruptaki çocuklar nasıl ağlıyor nasıl ağlıyor. Hüngür hüngür. Dedik "nedir bu yani, sizin olayınız nedir?". Dediler "Bilmemkaç yıl önce Binali bizim yerimize İTÜ'yü seçmiş ona ağlıyoruz...". Dedik "Biz zaten yoldan çıkmışız, o yüzden üzülmek yerine kendimizi çimlerde eğlenceye vurduk. Haydi hep beraber, trallallaaa trallallaaaa...."
Hahaha dayanamıyorum n'apıyım :) Ulaştırmanın başındaki adamın kafa yapısı komik midir traji-komik midir bilemiyorum... Bu yazıdaki amcadan farkı var mı?
YOLDAN ÇIKARAN ADAM
19 Aralık'tan beri "satılıklar" konusu haricinde birşey yazmamışım. Araya tatil, taşınma ve 2012'den biriken tonla iş sıkışınca konsantre olup birşeye odaklanamadım. İşten kafamı kaldırıp arada forumlara takılıyorum (www.nikonturk.com 'a beklerim, ama n'olur bu güzelim forumu "lütfen yardım" ya da "porofesyonel foto çekmek istiyorum, bir de bokeh..." tarzı konularla kirletmeyelim :) ) ama düzgün yazı yazmak odaklanma ve dikkat gerektiriyor. Bu aralar o dikkati prosedür yazmaya vermem lazım. 2012'de yazmam gereken 11 prosedürün sadece 5'ini yazabildim ki prosedür yazmanın ne kadar iğrenç bir iş olduğunu bilen bilir, hele bunlar İngilizceyse...
Prosedür demişken birşeyden bahsetmem lazım. Doğal olarak yazdığın prosedürleri kontrol edilmesi veya yorumlanması için birilerine gönderiyorsun. Kendi yazdığın şeyi kontrol etmek kolay değil, hiç anlamasa bile başka birinin görmesi iyi birşey.
Yalnız, bu "kontrol" olayı bazen garipleşiyor. 13 sayfalık prosedüre "olmamış" diye cevap gönderen mi istersin; gönderdiğim ilk prosedüre "diğerleriyle uyumlu olması lazım" diyen mi (ulan bu daha ilki, en azından ikinciyi bekle!); harf, tümce yapısı ve virgül hatalarını bulup herkese CC yapan mı (bravo, şak şak şak...). Kocaman akış şeması çizmişsin, hangi karar mekanizmalarının çalışması gerektiğini, hangi kararların alınması gerektiğini, yüklenici firma ve kontrol firmasıyla bağlantı noktalarını, projenin ilerleyişini hangi mantıkla takip etmen gerektiğini gösterip yazmışsın vs.. Gelen yorumların bir tanesi bile bunlarla ilgili değil. Varsa yoksa gramer ve daha yüzünü görmediği diğer prosedürlerle uyum...
Yani bir "ambalaj" tutkusu. Hayır, yanlış anlaşılmasın, bunlar kesinlikle önemli. Yalapşap yazılan derme çatma bir prosedür hiç var olmasın daha iyi. Böyle yanlışkarı göstermek de önemli, ama arada içerikle de ilgili birşeyler söylensin istiyor insan. Karşı fikirler gelsin, mantık düzeltmeleri olsun, akış diyagramına ekler yapılsın, tartışalım vs.. Mesele şu ki: İnsanlar okuyup düşünmeyi pek sevmiyor, ve senin yazdığın prosedürü anlayıp yorumlayacak çok adam yok (zaten olsa firmada bana ihtiyaç olmazdı :) ).
Fotoğrafla ne alakası var?
Gördüğünüz bir fotoğraf hakkında aklınıza ilk gelen şey hangi makineyle ve objektifle çekildiği ya da ISO değeriyse, siz de gramer yanlışları peşinde koşan ama genel mantığı anlamayanlardansınız. Hangisi daha önemli? Mükemmel Kraliyet İngilizcesi'yla yazılmış saçma sapan bir prosedür mü yoksa sağlam bir mantığı olan ama 3-5 gramer hatası olan bir prosedür mü?
Fotoğraf da aynı şey. ISO, objektif, makine, diyafram vs... Bunlar en son aklına gelmeli. Aslında insan beyni bile o şekilde çalışmıyor. Beyin önce renkleri ve şekilleri algılar. 6 yaşında bir çocuğa bir fotoğraf gösterdiğinde beğenir ya da beğenmez, "ISO'yu düşük tutsaydın keşke" demez çünkü beyni henüz kirlenmemiştir. İnsanlar büyüdükçe bazı özellikleri kirleniyor ne yazık ki.
Seni etkiliyor mu? Birşeyler çağrıştırıyor mu? Rahatsız eden birşeyler var mı? Konusu var mı? vs..
National Geographic'ten. Sana ne hangi makineyle hangi ISO'da çekildiğinden... |
- Abi makine ne? ISO falan...
- S.ktir...
Aşırı bilgi kirlenmesi bu. İnternetle beraber modern toplum bir "bilgi bombardımanı"na maruz kaldı. Artık bilgi heryerde. Google denen yaratık sayesinde (ya da Bing, Yahoo, Baidu, Yandex, Bloglines, DuckDuckGo, ixquick vs..) artık çok gizli bilgiler bile bulunabiliyor. Ama mesele şu ki, bu bilgileri ayırıp "faydalı bilgi"ye dönüştürmek kolay değil.
Yoldan çıkmış Boğaziçi'nde John Freely'den seçmeli bir tarih dersi almıştım. Ödevlerden biri herhangi bir konu seçip o konu üzerine araştırma yazısı yazmaktı. Yalnız mesele şu: Seçtiğin konunun kapsamı dar olmalı. Örneğin "Osmanlı İmparatorluğu" tarzı aşırı geniş bir konuyu yazamazsın (ki hakkıyla yazmaya çalışsan bir ömür yetmez). Ben "Doğu Roma İmparatorluğu'nda madeni paralar" konusunu seçtim (konuyu kendin belirliyorsun). 8-9 kitaptan müthiş bir araştırma yaptım, internette bulduğum kadarını (o zamanlar yeni yeni yaygınlaşıyordu) aldım, renkli fotokopilere harçlığımın yarısını yatırdım, yaklaşık 80 sayfalık acaip bir ödev hazırladım. Fizik-Matematik gibi gerekli dersleri bile ikinci plana attım. Aldığım not: BB! Lan! John amcaya gidip sebebini sordum. Sebebp basit: Konu aşırı geniş. Dedi ki: Eğer belli yıllar arasını ya da sadece bir imparator zamanında basılan paraları araştırsaydın AA verirdim, ama bu haliyle puan kırmak zorundayım. O zaman cidden kızmıştım adama.
Bu yüzden "bilgiyi eleyip yararlı bilgi haline getirmek" fikri beynime kazındı. Hala başarıyla uyguladığım söylenemez ama en azından hep aklımda.
Ne yapmak lazım peki? Şu anda fotoğraf merakım gelişiyor olsa hiçbir foruma bakmaz hemen koşup 3-4 tane adam gibi kitap alırdım. Önce onları okur, sonra forum-internet sitelerine bakardım. Önce forumlara koşan arkadaşlar bir bilgi şoku yaşıyor çünkü ne yazık ki oralardaki bilgiler "kirli" bilgi. Türkiye'den bahsetmiyorum, herhangi bir yabancı sitede de aynı sorun söz konusu. Fotoğrafın içeriğinden çok neyle çekildiği tartışılıyor.
Nikon'la fotoğraf Canon'la video çekilirmiş, Pentax reklam yapmadığı için yaygın değilmiş, Nikon'un yeni makinelerinin dinamik aralığı süpermiş, Pentax'ın Limited objektifleri gibisi yokmuş, kit objektif alınmazmış, geniş açılı ve hatta 18-55mm objektiflerde titreşim azaltıcı sistemlere (IS/VR/OS vs..) gerek yokmuş, Nikon'un renkleri gerçekçiymiş, optik bakaç olmayan makine alınmazmış, amatörsen ve yeni başlıyorsan önce kompakt makine alıp yavaş yavaş sırayla yeni makine alman lazımmış çünkü hakkını vermen lazımmış, Pentax K-5 ISO25600'de D7000'den iki piksel daha fazla detay veriyormuş bu yüzden süpermiş, Zeiss ya da Leica hepsini dövermiş, sabit odaklı objektif alman lazımmış çünkü onlar çok keskinmiş, yeni Canon 24-70mm f2.8 LII objektifin MTF değerleri müthişmiş ama 24-70mm f4 L IS de az değilmiş ve hatta 1:2 makro çekiyormuş, makro tüpleri makro filtrelerinden daha iyiymiş, tam kare en iyisiymiş ve artık APSC alınmazmış, profesyoneller tam kare kullanırmış, vs..
Yahu... Daha hayatında tek makine olarak D90 ve 18-105mm VR objektif gören biri "bak ben aldım mükemmel kesin bunu al, Canon falan alma beş para etmez oyuncak" deyiveriyor. Nerden biliyon lan? Canon kullanmışlığın mı var? Öyle bir yazıyor ki sanırsın elinden hergün 3 makine geçiyor, firmalar makineleri çıkarmadan bu arkadaşa gönderiyorlar test etmesi için: "Abi Allah rızası için bi bak iyi midir diye, ona göre piyasaya sürecez".
DİNAMİK ARALIK, BOKEH, IŞIK SAÇILMASI VS...
Bunlar da yeni moda.
- Merhaba, 600D ile D5100 arasında kaldım, hangisini alayım?
- D5100 al dinamik aralığı daha iyi. Bak DxOMark'ta parçalamış.
- Hmmm peki..
Hadi ya? Sen dinamik aralık nedir, neye yarar, ya da herşeyden önemlisi senin neyine yarar biliyor musun? Sen hiç dinamik aralık gördün mü?
Diyorum ya, aşırı bilgi bombardımanı var. Birileri "dinamik aralık"tan bahsediyor zıp oraya zıplıyor; diğeri ışık saçılması (diffraction) diyor pırt oraya hopluyor; CA diye birşey okuyor kafa oraya gidiyor; bir diğer sitede CCD'nin üstünlüklerini okuyor kafa iyice bulanıyor (elde CMOS'lu alet var); MTF duyuyor gidiyor bakıyor bir grafik, "iyiymiş" diyor ama ne işine yarayacak tam kestiremiyor; makro tüplerinde optik eleman olmadığı için bozulma yaratmadığını okuyor herkese bunu öneriyor (ki üreticilerin neden 50mm'ye makro tüpü takıp ucuza makro objektif üretmek yerine uğraşıp yüzlerce Dolarlık makro objektifler ürettiğini sorgulamıyor); 100 yıl önce biri "karanlığa göre pozlama alın" demiş, onu okuyor ve herkese onu öneriyor halbuki sayısal algılayıcıların parlak ışık karşısındaki davranış karakterinin filmden çok farklı olduğunu bilmiyor; gene 100 yıl önce biri "ön ve arka net alan derinliği arasındaki oran 1:2 olarak kabul edilebilir" demiş, hiç denemeden bunu etrafta anlatmaya çalışıyor; snapsort'a bakıyor ki Nikon'un algılayıcı boyutunu Canon'dan büyük göstermiş ve daha çok puan vermiş, hemen dönüp forumda birine "Nikon al çünkü algılayıcısı büyük" diyor. Bunları yapan insanlar kötüdür, bunlardan uzak durmak gerekir demiyorum. Tamamen aşırı bilginin getirdiği sorunlar bunlar (eh biraz hazırcılık da suçlu tabi).
Bir de medyanın yaptığı bilgi kirliliği ve yalan haberler konusu var ama o başka bir güne artık. Gazete ve televizyonların bazıları o kadar azdılar ki alenen yalan haber yapmaya başladı.
Bu blog sitesinin en başına "Düşün! Tartış! İtiraz et! Eleştir! Tebrik et! Oku! Dinle! Sor! Anlat! Öğret! Yani biraz koyundan farklı ol! Senin gibi düşünmeyene saygı duy. Halka hakaret etme! Halkın cahil kalması halkın değil hükümetlerin suçu!" lafını boşuna yazmadım. Kimseyi aşağılayacak değilim. Ben neyim ki başkasını hakir göreyim?
"Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. Îmandan sonra fâsıklık (Allah'ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen kimse) ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir." el-Hucurât, 11 ve 12.
Di mi ama?
Bilmemek değil öğrenmemek ayıp. Hiç bilmiyorsan en iyisi, çünkü kafan çöple dolu değil. Ben altımdaki maliyet ve planlama mühendislerini olabildiğince yeni mezun ya da az tecrübelilerden seçmeye çalışırım çünkü "tecrübeliler" genelde kafasında saçma sapan şeylerle dolu geliyor ve onun doğru olduğunda ısrar ediyor. Örneğin birçok Türk firmasında "maliyet" deyince akla hala "fatura" geliyor. CV'sinde "şöyle maliyetten anlarım, nakit akış şemalarını parmağımda oynatırım" diyen adamı karşına alıp konuştuğun zaman anlıyorsun ki tek yaptığı şey fatura girip mevcut faturaları aylara dağıtmak. Ve bunu yapıp "Cost Engineer" diye ortada gezenler var. "Peki 3 ay sonra ne kadar para harcayacağız, bunu bulabilir misin?" dediğinde de "ben mühendis miyim?" diyorlar :) Yerim ben senin titrini...
ÇOK BİLİYORSUN DA NE YAPALIM?
İşte bu yüzden, tertemiz kafayla teorik fotoğraf kitaplarından başlamak en iyisi. Sabit Kalfagil'in güzel 1-2 kitabı var, onlarla başlamak iyi olabilir. Michael Freeman'i seviyorum (Türkçe çevirisini garip bulanlar var, ben İngilizcelerini okudum). Scott Kelby'nin meşhur üçlemesi bence teorik bilgiden sonra gelmeli, hemen bu kitaplarla başlamayı tavsiye etmem.
Yeni başlayan arkadaşlar internette de bazı sitelerden kaçınmalı. Forumlardan uzak kalınması gerektiğini zaten söylemiştim. Uzak durulması gereken diğer siteler de sadece inceleme yapan siteler. Bunlara temel bilginiz yoksa kesinlikle bakmayın ya da inceleme ve puan kriterlerini çok iyi okuyun. Örneğin yeni bir gövde eski ama daha iyi bir gövdeden daha yüksek puan alabiliyor.
Aşağıda fotoğrafa yeni merak salmış ya da kendini eksik hisseden arkadaşlar için birkaç internet sitesi önerdim. Ama hatırlatayım, önce kitap okuyacaksınız. Söz mü :)
Önereceğim Türkçe siteler:
www.bascek.com: Arada katılmadığım yazılar olsa da en derli toplu yazılmış teorik bilgileri bulacağınız site.
halkboyleistiyor.blogspot.com: Şaka şaka :)
www.turknikon.com: İlk başlarda biraz daha dağınıktı, şimdi şimdi yazılar biraz oturmaya başladı. Yazılar hala biraz hafif, yani azcık üstünkörü ama iyi yolda bir site. Sadece Nikon'la ilgili görünse de arada teknikl bilgi yazıları da var. Yalnız, hala aradığımı adam gibi bulamıyorum. Örneğin "fotoğraf bilgileri" şeklinde bir kısım var mı hala bilmiyorum :)
Elbette daha çok var ama basit tutmakta yarar var. Zaten zamanla hepsine ulaşacaksın, en baştan bilgi bombardımanına gerek yok.
Önereceğim İngilizce siteler:
http://www.cambridgeincolour.com: Özellikle Tutorials kısmı çok başarılı. Kesinlikle okuyun. İngilizceniz yoksa Google amcaya sorun o çevirsin. Okuyun, okuyun, okuyun...
www.luminous-landscape.com: Doğru dürüst teknik ve teorik bilgi veren sitelerden biri. İncelemelerini de diğerlerinden daha iyi buluyorum. Daha önce biraz daha aktifti, son birkaç aydır site sahiplerinden biri kanserle mücadele ettiğinden midir nedir biraz yavaşladılar ama teknik ve teorik yazıları hala çok iyi.
www.bythom.com ve www.sansmirror.com: En tarafsız sitelerden biri. İnanılmaz detaylardan bahsediyor bazen. Amatör için karışık gelebilir ama dürüstlüğüne kesinlikle güvendiğim yazarlardan biri. Eğer D300, D700 ya da D800'ünüz varsa kitaplarından da almayı düşünün. D700 kitabını almıştım, kullanım kılavuzu yanında halt etmiş. Teknik bilgi, kullanım ipuçları, makinenin neleri yaptığı neleri yapamadığı, kartlar ve tecrübeleri, bağlantılar vs... Derya gibi. Sanki ben :)
www.dcresource.com: Jeff Keller'in tek kişilik gösterisi (one-man-show :) ). DPReview'a geçene kadar en detaylı ve iyi incelemelerin olduğu siteydi. DPReview bunun yanında hikaye. Jeff DPReview'a yazmaya başladı artık, eğer bir incelemede Jeff Keller ismi görürseniz rahatlıkla okuyabilirsiniz.
www.imaging-resource.com: "Tutorials" kısmı güzel. Bayağı teknik bilgi var.
http://www.amateurphotographer.co.uk/how-to: Aslında hem tavsiye ederim hem etmem. Bazen DPReview gibi "kötü ama aslında iyi" tarzı dansöz gibi kıvırıyorlar, ama bazen de güzel güzel inceliyorlar aletleri. Benim asıl tavsiye edeceğim kısmı incelemeleri değil "teknikler" kısmı. Güzel, yeterince detaylı anlatılmış bilgiler var.
www.cameralabs.com: İncelemeleri de fena değil."Photography tips" kısmı daha da iyi.
slrgear.com: Objektif incelemeleri için.
www.lenstip.com: Gene bir objektif inceleme sitesi.
www.the-digital-picture.com: İncelemeleri de teknik yazıları da iyi.
Bu sitelerin arşivlerinde de çok değerli yazılar olabiliyor, eski yazılara da bakın.
Önermeyeceğim İngilizce siteler (Türkçe olanları yazmıyorum :) ):
Kenrockwell kesinlikle başlangıç için uygun değil. Gerçekten ne yaptığını bilmiyorsan Ken'in sitesinden sonra kendini elinde Nikon D40 + 18-200mm VR + SB-400 ile geziyor bulabilirsin :) Ya da bir dükkana girip Canon 28-105mm USM sorduğunda satıcının yüzündeki ifadenin değiştiğini görmek can sıkıcı olabilir :) Ayrıca fazlaca Amerikan milliyetçisi (Irak'taki Amerikan askerleinin demokrasi için orada olduklarını yazacak kadar). 2 sene önce Amerika'daki vergi düzeni değişene kadar "en iyileri Nikon yapar, beğenmediğini Canon'a gönderir, Canon'un çöpe attığı parçalardan Pentax oluşur" şeklinde şeyler söylüyordu şimdi Canon'u yere göğe sığdıramıyor.
photographylife (eski ismiyle mansurovs) da artık beni sarmıyor. Biraz fazla yanlı ve üstünkörü yazılar yayınlanmaya başladı. Hatta V1 incelemesinden bu yana Nasım'ı pek ciddiye almamaya başladım. Konuk incelemeciler çok daha iyi. Bence Kenrockwell muamelesi yapın ve burayı şimdilik es geçin.
Steve Huff son dönemlerde pek popüler. Kendi incelemeleri genelde şöyle oluyor: "Beklemezdim ama bu alet müthiş çıktı! Valla bak harika (ve kendisinin aynadaki ya da çocuğunun 2-3 siyah beyaz fotoğrafını kanıt olarak koyar). Süper yani.". Bir zamandır konuk yazarları siteye alıyor, onların yazıları bazen okunabilir oluyor ama artık benim gözümde ciddi site tanımıma girmiyor, çekirdek çitlemelik girilebilir.
DPReview: Aslında hem öneriyorum hem önermiyorum. İncelemelerinde fazlaca ortayı bulmaya çalışıyor. Yani "aslında fotoğraf kalitesi iyi değil ama birçok kullanıcı için yeterli" ne demek len? Bu kadar dandöz olunmaz ki, sen başbakan mısın? Puanlaması biraz değişik, yani 90 puan almış bir makine sizin için 85 puan almış bir makineden daha kötü olabilir. O yüzden başlangıçta okumanızı önermem. Zaten site o kadar büyük ki (forumlar vs..) içinde kaybolabilirsiniz (bilgi bombardımanı), o yüzden ilk başlarda uzak durmakta fayda var.
photozone.de: "Nasıl yani?" dediğinizi duyar gibiyim. Aslında benim için çok faydalı bir site ama bir amatör için kötü sayılır. Testleri standart ama gerçekten çok fazla bilgiyi kısaca geçiştiriyorlar (çünküsenin temel bilgin olduğunu varsayıyorlar). Bazen test ettikleri objektifler hatalı ürün olabiliyor bu yüzden düşük puan veriyorlar, ya da bazı sorunları fazlaca büyütüyorlar vs.. Örneğin bu siteye bakarsan Canon 50mm f1.2L'den kaçmak lazım ama gerçek tam tersi. Herşeye rağmen, temel bilgiyi aldıktan sonra (en az 6 ay) referans sitesi gibi kullanılabilir.
DxOMark: Aman sakın. Tarafsız puanlama yaptıklarını söylüyorlar ama puanlama sistemleri bence doğru değil ya da yanlış yönlendiriyor. Şimdi yeni yeni objektifleri de puanlamaya başladılar, onu da beğenmedim. Sen puanları bilmemneyi bırak, önce konu-kadraj-ışığa bak. Oradaki puanlar seni iyi fotoğrafçı yapmayacak.
Snapsort: Aman aman. Sakkkın haaa. Aman diyim. İlk çıktığında bir boşluğu doldurur diye beğenmiştim ama şu anda ciddi hatalarla ve yanlışlarla dolu. Ne zaman biri bana snapsort'la ilgili soru sorsa yanlışlar buluyorum. Sanıyorum kiyas.la sitesi de bilgilari buradan alıyor, o da aynı şekilde benim uzak durduğum sitelerden biri.
Daha vardır elbet, ama bilgi bombardımanına gerek yok değil mi :)
ÖZET
Aşağıdaki gibi fotoğraflarda ISO-makine vs.. sorulmaz, doğrudan içeriğe bakılır:
Hadi ay lav yu...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)